MUTLAK BİR ÖLÜMDEN DÖNÜŞ...
- Burak Ersemiz
- 14 Eyl 2021
- 10 dakikada okunur
ESKİ TİP KİTAPLIKLI BİR ÇEK YATIN HATIRLATTIĞI ÖLÜMDEN DÖNÜŞ.
BİR GAZETECİ ANISI...

Zaman zaman ikinci el eşya ve antika satan internet sitelerini ve mağazalarını dolaşır kimi zaman bir şeyler alırım. Belki de bir alışkanlık bu.
Bugün sabah saatlerinde Metrobüs ile işe gelirken telefonumdan yine böyle bir ikinci el sitesine bakarken fotoğrafta eski tip kitaplıklı çekyatın fotoğrafını görünce beynimde bir şimşek çaktı. Böylebir çekyatın önünde yıllar önce öldürülmüş olma ihtimalimin hatıraları geldi aklıma ve
başladım yazmaya.
Buyurun iyi okumalar..
2 EYLÜL 1998 SAAT 14.15 İSTANBUL KARTAL
1998 yılında yeraltı dünyasının ünlü bir isminin eski sağ kolu İstanbul’da silahlı saldırı sonucu
öldürüldü. Olayın ardından o dönem çalıştığım Kanal D olmak üzere maktulü yer altının Alaattin Çakıcı'nın öldürttüğüne dair birçok haber çıktı. Katil zanlısı olarak yine Çakıcı'nın en sadık adamlarından Mücahit Gözen. gösterildi. O yılların en ilginç cinayetlerindendi. Ölen Şenol Turan'da öldürdüğü iddia edilen de eski arkadaştı. İnternet arşivlerinde ki haber kupürlerinden okuyacağınız üzere her iki tarafında adli sicil ve polis kayıtları bir hayli kalabalıktı.
2 EYLÜL 1998 SAAT 19.30 KANAL D BİNASI MECİDİYEKÖY
Kanal D’nin Ortaklar Caddesi üzerinde bulunan binasında
masamda otururken ileride başka bir masada bulunan telefonun ısrarla çalması üzerine kalkıp telefonu açtım. O vakitler de öyle internet ten kes kopyala yapıştır haberciliği olmadığı için çalan telefonlar çok önemliydi. Düşünün ki Susurluk kazasında ölenlerin kimliği bile gazeteci Aydın Baylan’a telefon ihbarı ile gelmiş, Baylan’da daha kazanın olduğu gece rakiplerinden 50-0 öne geçmişti. Neyse her zaman olduğu gibi anıdan anılara geçiş yaptım. Özür dileyerek esas konu ile devam ediyorum. Telefonun diğer ucunda ki ses ısrarla Haber Müdürü Tuncay Özkan’ı istiyordu. Oldukça sert konuşan kişiyi “ağabey benimle konuşabilirsin” diye ikna ettikten sonra biraz sohbet ettik. Kartal’da ki
olayda tetiği kendisinin çektiğini ama yaptığımız haberlerde Ağabeyini hedef gösterdiğimizi belirterek şunları söyledi.
“Ben Mücahit Gözen Kartalda ki olayda şahsı ben indirdim. Ağabeyim hakkında ileri geri konuştuğu için ben öldürdüm. Kimse Ağabeyime yanlış yapamaz” dedi. Adının Mücahit Gözen olduğunu söyleyen kişi “gelin gerçekleri anlatayım benimle röportaj yapın” dediğinde o yıllarda ki gazetecilik refleksi ile hemen kabul ettim. Ve karşıdan “21.00 İzmir uçağına bin havalimanın da inince kırmızı bir şahin seni karşılayacak. Kameraman ile birlikte elinde Kanal D mikrofonu tut. Arkadaşlar seni tanıyacak” dedi. Hemen Tuncay Özkan’a durumu ilettim. Bana dönemin Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan ile irtibata geçip polis ile birlikte gitmemi söyledi. Bende işi kaçırmamak için kabul etmiş gözüksem de etik olarak doğru gelmediği için polisi aramadım. Kameraman arkadaşım Ufuk Uğur ile birlikte şirkettin çıktık ve havalimanına doğru gitmeye başladık. Bu sırada haber merkezinin meleği rahmetli Nurten Caviç uçak biletlerimizi almıştı ama ben gidiş yeri olarak Ankara istemiştim. Havalimanına vardığımda Organize Şube tarafından takip edildiğim hissiyatı ile son dakikaya kadar bekleyip biletlerimizi İzmir’e çevirdim ve farkı cebimden nakit olarak ödedim ve kalkmak üzere olan 21.00 İzmir uçağına kameraman Ufuk Uğur ile
birlikte bindik. Ufuk dışında kimse İzmir’e uçtuğumuzu bilmiyordu.
Ve uçak piste tekerlek koyduğunda artık geri dönüş yoktu.

2 EYLÜL 1998 SAAT 22.30 İZMİR ADNAN MENDERES HAVALİMANI
İzmir Adnan Menderes Havalimanı için sıradan bir gündü ancak kafam karışıktı. Güzel bir habere imza atabileceğim gibi dönüşte kargoda Busines class yolculuk ederek geri dönme ihtimalimizin yüksek olduğunu hissedebiliyordum.
Gelen yolcu bölümünde beklerken arka camında frene basıldığında mor ışıklar yanan doğan
görünümlü bir Şahin bize doğur yaklaştı ve kırmızı gözleri ile bakan camdan uzanan kolundan önce tespihini gördüğüm bir kişi adımı sorup öğrendikten sora tek bir şey söyledi “binin arabaya” İzmir’i çok bilmesem de gideceğimiz adresin neresi olduğunu anlamayalım diye bayağı yol kat ettik. En son kafalarımızı bacak aramıza eğdirdikten sonra 10 dakika kadar daha gidip yolu bozuk ve Roman vatandaşların ezgilerinin geldiği bir sokak ta durduk. Yüzümüzü açmadan bir gecekonduya sokulduk. İçeride ki manzarayı o zamanda bu zamana kadar da hiçbir racon filminde görmüş değilim.
Gecekondunun büyük odasında eski tip kütüphaneli çek yatın tam ortasında birçok cinayet ve yaralamadan kaydı bulunan Gözen . oturuyordu. Bira şişeleri kitapların olması gereken yerlerde yan yatık ve boş duruyordu. Boyum 1.90’dı fakat Mücahit Gözen'i görebilmek için eğilmem gerekti. Bunun nedeni saatler boyu içilen sigaralar nedeniyle camları sıkı sıkı perdelerle kapalı odada dumanın ancak 1.70’lik bir insana görüş sağlayabilmesiydi. Oda da ve diğer odalarda cenazeye bakar gibi bize bakan en az 15 kişi vardı.
Dikkatlice baktığımda yerler boş bira şişeleri ve zıvanalı izmaritlerle doluydu. Bir büyük tüp üzerine konulmuş ve eğrelti duran televizyonda Kanal D açıktı ama sesi kısıktı.
Mücahit Gözen'e baktığımda üstü çıplaktı ve geçmiş zamanlarda jiletle kesilmiş vücut yaraları ve dövmeler ile doluydu. Bir an aklıma jiletle kendini kesen şahısların vücutları acımasın diye jileti vücut ısısına gelsin diye bir süre cüzdanlarında taşıdıkları aklıma geldi. Netice de soğuk jilet can acıtır. Daha sonra ki muhabbetimizde bunu ona da anlatıp çok genç yaşta sol koluma attığım birkaç jilet yarasını da göstermiştim. Gözen'in önünde ki orta masada iki adet 14’lü duruyordu ve birisinin horozu kalkık durumdaydı. Ağzında mermi olması muhtemeldi. Ve ortam yüzlerce defa gördüğüm tipik bir cinayet mahalliydi. Beklide
birkaç saat sonra Hürriyet ve Kanal D İzmir büroları dahil bir çok gazeteci yerde yatan cansız bedenlerimizin görüntüsünü çekeceklerdi. Savcılık kaleminin daktilo sesleri ve telsiz vızıltıları arasında çalışırken ortamın halinden ilk bakışta uyuşturucu alemi cinayeti gibi görünecekti olay.
Sonun başlangıcı bu metruk gecekondu da mı olacaktı. Oysa daha yaşamamız lazımdı. Ve bu ölümcül düşünce fırtınası beni eski yıllara götürmüştü.
9 KASIM 1989 SAAT 09.45 FATİH AKSARAY
1989 yılında mafya babası Cemal Sincar tarafından hakkında ki bir haber nedeni ile bürosuna çağrılan gazeteci ağabeyim Sami Başaran ve Ahmet Altınkaya’nın vurulmalarından önce en son hissettiklerini sanırım artık anlayabiliyordum.
Sami Ağabey’in kurşunlanan bedeninin fotoğraflarını da ben çekmiştim olay günü . Üstelik bir gece önce yani öldürülmeden saatler önce sabaha kadar Gazeteciler Cemiyeti’nde birlikteydik. En son Orhan Can ile annesinin evine Çapa’ya bırakmıştık ve ben 8 saat sonra Sami Başaran’ın cesedinin karşısında fotoğraf çekiyordum. Bu olayın ardından çok sayıda kurşun yemesine rağmen olaydan ağır yaralı kurtulan ve aylarca hastanede yatan arkadaşım gazi gazeteci Ahmet Altınkaya’nın şu ifadesi hep aklıma geldi;
“Sami ağabey bir şeyler olacağını anlamıştı. Büroya girip Cemal Sincar’ın sürekli terlediğini ve aşırı gergin olduğunu gördüğünde Sincar’a “Ahmet gececi arkadaşımız geceden çıktı çok yorgun fotoğrafları çeksin gitsin uyusun. Biz haberi nasıl düzeltiriz sonra konuşuruz” dedi. Sincar’da kabul edince bana iki üç kare çek hemen git dediğinde sanırım olacakları hissetmiş benim hayatımı kurtarmaya çalışıyordu. Ama ben deklanşöre bastığımda kurşunlar havada uçuşmaya başlamıştı”
2 EYLÜL 1998 SAAT 23.00 İZMİR BASMAHANE YAKINLARI
Tam 9 yıl sonra Sami ağabey ile tekrar beraber olma ihtimalimin yüksek olacağını hissederek Sami ağabeyin kardeşi olarak “bir ölü yeter” diyerek tanışma faslından sonra Mücahit Gözen'e bir ricada bulundum; “ Ağabey, Ufuk kardeşimiz İzmir’li yıllardır annesini babasını görmedi. Kamerayı kursun gitsin. Ben çekimi yaparım. Ufuk’ta gitsin annesinin babasının elini öpsün bir dualarını alsın. “ Mücahit Gözen' den onay aldıktan sonra Ufuk kamerayı kurup gitti. Sonradan öğrendiğime göre yine belli bir süre arabada ayaklarına bakarak gitmiş sonra Basmane ’de bir sokakta bırakmışlar Ufuk’u.. Sonra bir sessizlik oldu düşüncelere daldım. Vurulunca ne olacaktı. Kim bilir beklide Sami ağabey gibi koltukta kendi sağıma doğrumu düşecektim. Ya da Kâmil Başaran gibi üçlü kanepeye devrilip ağır yaralı olarak kaldırıldığım hastanede 30 kilo kalana kadar direnip son nefesi aylar sonra verecektim. Ya da Çetin Emeç ve Sinan Ercan gibi vücudum delik deşik olacaktı. Olay yerinde can verecektim. Acaba savcı erken geliri miydi olay yerine polis gelmeden önce gazeteci gelir miydi. Bütün bu olaylar
ve izlediğim olay mahalleri sürekli aklımdaydı.
Ufuk ayrıldıktan sonra çekyatın karşısında bulunan ikili kanepeye oturdum. Oturduktan sonra elimi belime atarak taşıma ruhsatlı 7.65 çapında ki silahımı bel kılıfından çıkartıp odadakilerin ve en başta Gözen'in ve adamlarının şaşkın bakışları altında orta masada duran diğer iki silahın yanına tetik mekanizması ona namlusu ise bana doğru bir şekilde koydum.

Tarih sanki tekerrür ediyordu. Silahım bana rahmetli Orhan Olcay tarafından hediye edilmişti. Orhan Olcay Sami Başaran öldürüldüğünde gazete gazetesinin de Genel Yayın Yönetmeniydi. Silah ona Çetin Emeç, Kamil Başaran ve Sami Başaran öldürüldükten sonra patron Erol Simavi tarafından hediye edilmişti.
Ve o silah şimdi bendeydi ve ölüme beş kala olası katilimin yani Tuncay Özkan’a ve çıkan haberlere kızgın gayrimeşrunun öldürmekten başka çözüm bilmeyen bir delikanlısının önündeydi. Ve ellerimle ben koymuştum. Silahı masaya koymadan önce şarjörü çıkartıp sonra yere doğru doldur boşalt yapıp ağızda mermi olmadığını göstermiş ve şöyle demiştim; “Ağabey senin gibi bir delikanlının silahları masada dururken benim belde silah ile karşında olmam bana yakışmaz”
Bu söz üzerine tam o sırada bana yaklaşmakta olan adamlarını ince bin ıslık sesiyle durdurmuştu. Sonra bana sordu “sen ne ayaksın oğlum”
Ardından dönemin yeraltı dünyasının isimleri ile olan tanışıklıklarımı anlattım. Bunda amaç hem gayrimeşru hayatı çok erken yaşlarda tanıdığımı hem de polis- adliye muhabirliğim sırasında yer altı dünyasında birçok delikanlı ile tanıştığımı hissettirmekti.
Olası katilime, Ağabeyini 1988’de cezaevinde açık görüş izlerken gazeteci kimliğimle tanıştığımı. Tanıştığımda Ağabeyinin İstanbul Üsküdar Paşakapısı Cezaevi Müdürü’nün makamında ayaklarını masaya uzatmış bir halde tuza basarak katı yumurta yediğini ve müdürün de ayakta hazır olda beklediğini anlatıp biraz daha güven
sağlamak istemiştim. İnci Baba’yı, Nihat Akgün’ü, Kürt İdris’i, Enis Karaduman’ı, Dündar Kılıç’ı, Hasan Heybeli’yi ve diğerleriyle bazı anılarımı kısaca anlatmış ve sonra evet abi başlayalım mı kayda demiştim.
O gece sabaha kadar 30’luk tabir edilen beta cam kasetlerden 6 tane doldurdum. Mücahit Gözen hem kendi hayatını hem Ağabeyi ile olan ilişkisini Türkiye adına yurtdışında yapılan derin eylemlerden ve ağabeyinin kahramanlıklarından bahsetti. ( Özellikle Asala ile mücadele Asala tarafından gerçekleştirilen Orly Katliamı ile ilgili bir çok derin bilgi vardı.)
Hem bira içiyorduk hem de sigara zaten önceden duman altı olmuştum. Artık rahatlamam lazımdı tehlikeyi atlatmış olmalıydım ama geçmişte ki tecrübelerimden her an her şeyin olabileceğini benim ona ters gelen bir bakışımdan ya da kullandığım bir kelimeye takılarak öldürülebileceğimi biliyordum. Ayakta kalmalıydım ama ağırlık çöküyordu. Sabah olduğunu açık bırakılan kapıdan odaya giren beyaz bir köpeğin yemek artıklarını karıştırmasıyla anladım. Kasetler yanımdaydı. Teçhizat yanımdaydı. Ancak M. ve adamları sırra kadem basmıştı.
Gecekondudan çıktığımda bulunduğum yerin İzmir genelevinin arka sokaklarında ki Roman
mahallesinde ki terk edilmiş bir gecekondu olduğunu anladım. Taksiye bindim Ufuk Uğur’u buldum. Ve kısa yoldan İstanbul’a döndük. Kasetleri Tuncay Özkan’a teslim ettim ancak haber yapılmadı. Bir teşekkür bile almadım. Polise niye haber vermediğim sorgulandı. Etik olarak veremezdim. Ya göndermeyeceklerdi ya da böyle olurdu…
Bu olayın hemen ardından Arnavutluk çatışmaları başladı aylarca savaştaydım. Sonra kasetlerin izini bıraktım…
HAZİRAN 2009 YER BOLU F TİPİ CEZAEVİ
Çok eski ve değerli bir arkadaşım bir kişiyi silahla yaralamaktan dolayı hakkında ki 5 yıllık hükmün son iki senesini F Tipi Cezaevinde çekerken ben o yıllarda Show Haber muhabiri olarak görev yapıyorum. Koğuşta ki televizyonda Show Haber açık benim bir haberim giriyor. Arkadaşım koğuşa seslenerek “bir susun arkadaşlar kardeşimin haberi bu izliyorum” diyor. Ardından haber bitiminde aynı cezaevinde hükümlü olarak cezasını çeken Mücahit Gözen yanına gelerek “Ben bu arkadaşını öldürüyordum az daha” diyor ve ekliyor.
“Kanal D’de Ağabeyim ile ilgili abuk sabuk haberler çıkıyordu. Benim işlediğim bir cinayeti ağabeyimin üzerine yazıyorlardı. Bunun üzerine Kanal D’yi aradım ve bu kardeşi İzmir’e davet ettim. Amacım Tuncay Özkan’ın bir adamını öldürmekti. Ama çocuk önce olay kokladı sonra gönlümü aldı ve kameramanı kurtardı. Sonra bir hareket daha yaptı işte orada affettim. Yoksa en azından bacağından vuracaktım. Belinde silah varmış delikanlı gibi çıkardı önüme bıraktı. İşte o vakit hayatını affettim” Ve ben bu muhabbetlide arkadaşımın tahliyesinden çok sonra 2012 yılında tesadüfen öğrenecektim. Cezaevi raconuna aykırı olsa da bana anlatmıştı. Demek ki Ahmet Altınkaya'nın anlattıkları yaşadıkları
onun tecrübesi işe yaramıştı. Belki de Sami Ağabeyin ölümü benim yıllar sonra hayatımı kurtarmıştı.
8 TEMMUZ 2019 MECİDİYEKÖY TV 100 BİNASI
Bu anımda aslında iki hikâyeyi birleştirdim. Sami Başaran ağabeyin öldürülmesi ve Ahmet
Altınkaya’nın yaralanması ile sonuçlanan saldırıdan yıllar sonra bu olaydan kurtuluşum Ahmet Altınkaya’nın anlattıklarını tecrübe edinmem ve bir anlamda rahmetli Orhan Olcay’ın hediye ettiği silahın varlığıydı belki de. Ama ne derseniz deyin yer altı dünyası dışarıdan bakıldığında çok farklıdır içine girdiğinizde farklı.
Türkiye’nin değiştiği bir dönemine rastladım 1986 yılında 16 yaşında girdiğim bu meslekte ve yer altı dünyası ne derseniz deyin o dönemler ülkeyi ayakta tutmak için çalışan kabadayılarla doluydu. Yasadışı örgütler kadar “yasa içi” örgütlerde vardı.
Tabi ki doğru bir yöntem değildi bir gazeteci olarak tasvip etmem mümkün değil. Ama her dönemin doğruları kendi doğrularıdır. Bunu da unutmamak lazım. Polisin gözaltına aldığı kişiyi kaybettiği gözaltı süresinin savcı izni olmaksızın 45 gün olduğu gazete istihbarat şeflerinin muhabire anons edip “kırın kapıyı alın vesikalıkları” dediği morga girilip çekmecede ki cesedin göz kapaklarının kürdan ile aralanıp vesikalık çekildiği bir dönemde “o cesedin fotoğrafını çekemesen atarım seni” denilen dönemlerde çalıştım ben.
Benim dönemimde bir de gazetelerin “Mafya muhabirleri” vardı. Patronların yeraltı dünyası ile ilişkilerini ayarlar randevularını alırlardı. Bu tip muhabirlikten yetişmiş nice magazinci muhabiri istihbarat muhabiri var kimi emekli kimi hala çalışıyor.
Neyse tanıyanlar bilir çenem düşüktür. Başladım mı anlatırım yazarım. Ve Mücahit Gözen'e geç de olsa beni o gün öldürmediği için iki çocuğum adına teşekkür ederim. Kızım o gün 2.5 yaşındaydı oğlum ise portakal fidanı…
Görevi başında öldürülen tüm gazetecileri de saygıyla anıyorum. Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun kalemleri kalemlerimiz olsun.
Saygıyla kalın. Kendinize iyi davranın.
Burak ERSEMİZ
Gazeteci
İLGİLİ HABER KOPYASI
ÇAKICI'NIN SAĞ KOLU BAFRA'DA TOPRAĞA VERİLDİ
IHA Alaattin Çakıcı'nın eski sağ kolu Şenol Turan İstanbul'da öldürüldü. İstanbul Kartal'daki işyerinde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden Alaattin Çakıcı'nın eski sağ kolu Şenol Turan (32), memleketi Samsun'un Bafra ilçesine bağlı Barış köyünde toprağa verildi. Evli ve 4 çocuk babası Şenol Turan için köyde düzenlenen cenaze törenine yakınları ve vatandaşlar katıldı. Öğlen namazına müteakip Barış Köyü Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra toprağa verilen Şenol Turan'ın yakınları, cinayetin alacak-verecek meselesi sebebiyle işlendiğini açıkladılar. Konu hakkında fazla konuşmak istemeyen Şenol Turan'ın yakınları, Turan'ı daha önce yanında çalıştığını belirttikleri Mücahit Gözen'in öldürttüğünü ileri sürdüler.
Çakıcı'nın koğuşu değiştirildi...
Fransa'dan şartlı olarak Türkiye'ye iade edilen ülkücü mafya babası Alaattin Çakıcı'nın, kaldığı Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ndeki koğuşu "güvenlik gerekçesiyle" değiştirildi. Çakıcı'nın bugün DGM'ye götürülerek sorgulanması bekleniyor. Çakıcı, kaldığı D2 koğuşundan, adamı olan ve Tevfik Ağansoy cinayeti tetikçilerinden Adnan Çiçek'i ihbar eden Şenol Turan'ı öldürdüğü iddiasıyla tutuklu bulunan Mücahit Gözen'in kaldığı dayalı döşeli A1 koğuşuna taşındı. Mücahit Gözen ve beraberindekiler ise Çakıcı'nın karşısındaki F1 koğuşuna alındı. Çakıcı'nın her iki yanındaki koğuşların da boş tutulduğu belirtildi.
Bu arada, koğuşları aynı koridorda karşı karşıya bulunan Çakıcı ile Gözen'in ara sıra koruma memurları aracılığıyla birbirlerine çay ve yemek gönderdikleri öğrenildi. Konuyla ilgili olarak AA muhabirine açıklama yapan Kartal Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu, güvenlik gerekçesiyle Çakıcı'nın koğuşunun değiştirildiğini doğrulayarak, bu uygulamanın zaman zaman yapılacağını söyledi.
Geçtiğimiz perşembe günü akşam saatlerinde Çakıcı'ya, cezaevinin ring aracıyla yeni televizyon ve buzdolabı getirildiği öğrenildi. Koğuşun boyanması nedeniyle eşya, cuma günü odaya yerleştirildi. Cezaevi yetkilileri, Çakıcı'nın verdiği parayla kendisine Yakacık'tan buzdolabı ve televizyon alındığını bildirdiler. Öte yandan, Çakıcı'nın bugün DGM'ye götürülerek sorgulanması bekleniyor.
Yalnızlıktan bunalan Çakıcı'nın hücresine istediği Mücahit Gözen, tam 33 cinayet ve yüzlerce yaralama olayından yargılanıyor. Adalet Bakanlığı başvuruyu incelemeye aldı
FRANSA'DAN Türkiye'ye şartlı iade edildikten sonra tutuklanaraka Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ne konulan Alaattin Çakıcı, daha önceleri çeşitli suçlardan tutuklanarak aynı cezaevine konulan adamlarını yanına istiyor. Ancak, adamlarından biri var ki o 1986 yılından bu yana Çakıcı'nın sağ kolu olarak tanınan ve Çakıcı adına birçok olaya karışan Mücahit Gözen...
Çakıcı'nın sağ kolu olarak bilinen Mücahit Gözen, adını ilk olarak 1986 yılında avukat Muhittin Yüzüak'ın kurşunlanmasıyla duyurdu, birkaç yıl önce de Şenol Turan'ın öldürülmesi olayında tutuklanarak cezaevine kondu. Cezaevinde buluşan bu ikili, şimdi de aynı hücrede kalabilmek için Adalet Bakanlığı'ndan izin çıkmasını bekliyor.
19 YILDIR ARKADAŞLAR Mücahit Gözen'in Çakıcı Ailesi ile tanışması 1980 yılında oldu. Önce Alaattin Çakıcı'nın kardeşi Gencay Çakıcı ile tanıştı ve sıkı bir dostluk kurdu. Sık sık Çakıcı Ailesi'ni ziyaret eden Mücahit Gözen, kısa sürede Çakıcı Ailesi ile bütünleşti ve onlardan birisi oldu. Hatta 1989 yılında avukat Muhittin Yüzüak'ın, Çakıcı hakkında sarf ettiği bazı kelimeler, onu da rahatsız etti; Çakıcı için ilk olayını Yüzüak'ı ayağından kurşunlayarak gerçekleştirdi.
Bir süre cezaevinde yatan Gözen, çıktığında artık Çakıcı'nın hem dostu hem de sadık adamlarından birisi oldu.
Çakıcı'nın ikinci adamı olarak bilinen ve Tevfik Ağansoy'un öldürülmesinde tetikçi olduğu öne sürülen Şenol Turan, Çakıcı'nın Fransa'da tutuklanmasının ardından hakkında ileri geri kelimeler kullandığı gerekçesiyle 1 Eylül 1998 tarihinde Ekşioğlu Yaşam Sitesi'ndeki bürosunda 5 kurşunla öldürüldü. Ve bu cinayetin arkasındaki isim yine Mücahit Gözen'di.
BİR ARADA OLMAK İSTİYOR Alaattin Çakıcı adına 33 cinayet ve yüzlerce yaralama olayına karışan Gözen ve Alaattin Çakıcı, 3 yıllık aradan sonra yeniden bir araya gelmek istiyor.
Sağ kolu Gözen'i tek başına kaldığı 6 kişilik hücresine aldırmak isteyen ve bu konuda cezaevi yönetimi ve cezaevi savcısı Ali İhsan Boran ile görüşerek Adalet Bakanlığı'na yazı yazdırttan Çakıcı, şimdi Adalet Bakanlığı'ndan gelecek cevap yazısını bekliyor.
コメント