KUZEY YILDIZI 3 (Son Bölüm)
- Burak Ersemiz
- 15 Eyl 2021
- 33 dakikada okunur

1995 yılında yolda Beşiktaş'ta yolda bulduğu Mehmet Tarık Ceyhan isimli kimliğe kendi fotoğrafını yapıştırıcı kullanmaya başladı. İşlemiş olduğu hırsızlık suçlarından dolayı verilen hükümlerden kurtulmak için bu yolu
denemişti. Bıçakçı'nın kullandığı sahte kimlikle de suça karışmıştı. 1999 yılında Kadıköy'de 25 gram eroin ile yakalanan
Bıçakçı, Mehmet Tarık Ceyhan kimliği ile Paşakapası Cezaevi'ne girdi. Aksa Jeneretörde satış müdürü olarak
çalışan gerçek Mehmet Tarık Ceyhan ise kimliğini kaybetmenin başına açtığı belayı, bir gün karşısında Narkotik Şube Müdürlüğü'nden gelen polisleri karşısında görünce anlayacaktı.
2001 yılının son aylarında cezainden tahliye olan Gürsel Bıçakçı, uslanmamıştı. Hem eroin kullanıyor, hem de satıyordu. O günleri poliste verdiği ifadesinde Bıçakçı şu ibret dolu sözcüklerle anlatıyordu 'Başka bir işte
çalışmam mümkün değildi. Hem içip hem de buna para yetiştiremiyordum'
Geçen yıl Haziran ayında eroinden sabıkalı Ahmet Akıllı, Gürsel Bıçakçı'yı alarak Antalya'ya götürdü. Lara'da yanlarında bulunan 200 gram eroini bir aracı vasıtası ile satmak isteyen iki arkadaş, yakayı ele verdi. Tutuksuz olarak yargılanan ve İstanbul'a dönen Gürsel Bıçakçı, eroini bırakıp şoförlük yapmaya başlamıştı. Kızı
Ceren'in yaşındaki Burçin ile yolları Fatih'teki evinde kesişecekti.
15 HAZİRAN 2000
Hayatını darmadağın eden kırılma noktaları vardı. Bunları düşünüyordu. Yok aslında düşünmek istemiyordu.
Kendi kendine hayatı bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Çocuk Esirgeme Kurumu'nda başlayan hayatı,
20 yıla sığan savruluşunun ilk durağıydı. Çocukları olmayan memur çift, Ömer Canan Bircan almıştı onu. Her şey
güzel gidiyordu. Göztepe Meslek Lisesi kuaförlük bölümü öğrencisiydi. 16 yaşına geldiğinde hayattaki farkettiği
ilk alaborasını yaşadı. Kendisini istemeye gelen çocuğa ailesinin verdiği red cevabı karşı taraftan Burçin'e yumruk
gibi döndü. Bunlar senin gerçek ailen değil. Seni Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan almışlar' Bu sözler Burçin'in
kulağında dakikalarca yankılandı. Kendini ihanete uğramış gibi hissediyordu. Gerçeğin kendisine söylenmemiş
olmasını hazmedemiyordu. Saatlerce ağladı. İşte o yaşında aynı sıcak yuvayı paylaştığı anne ve babasının 'el'
olduğunu öğrenmişti. O anki duygularını şöyle ifade ediyordu 'Gerçeği öğrendiğimde evden kaçtım.
Hamburgercide, kasetçide çalıştım. Hatta simit sattım. Açıkta kaldım. Sokakta kalmak çok zor.' Bu zor
dönemlerde edinmişti sabıkalarını. Üç kez fişlenecekti hırsızlıktan. Sabıkaları hayat boyu uçurtmanın kuyruğu gibi
peşini bırakmayacaktı. Şikayetçilerden biri arabasının çalındığını ileri süren Beşiktaşlı basketbolcu İsmail Çevik'ti.
Arkadaşının annesi Miray Uluaydın'a ait ziynet eşyalarını çaldığı gerekçesiyle yargılandığı davada 1 yıl 1 ay hapis
cezasına çarptırıldı. Mahkumiyet, para cezasına çevrilince cezaevinin kapısından döndü. Bircan, hatırlamak
istemediği bu olayı 'Öyle pişman oldum ki, altınları bozduramadım bile.' diyerek anlatacaktı daha sonraları.
Hayatının belki de ilk en büyük pişmanlığını hafızasına İsmo olayı olarak kaydedecekti. Günlüğünde de o günü
İsmo olayı olarak kaleme almıştı. 'Bundan tam 2 yıl yıl önce İzmir'de bir alışveriş merkezinde tanıştığım
basketbolcu biri vardı. Evden kaçalı pek uzun bir zaman olmamıştı. O gün İsmail beni evine davet etti. Bende
bunu çok dostani bulmuştum. Üzerime böyle bir iftira geleceğini bilseydim, asla davetini kabul etmezdim. Neyse
orada kaldım. Annesi, babası, ablası ve kendisiyle uzun uzun sohbet ettik. Ben Neşe Erberk'te mankenlik
yaptığımı anlattım. İsmail'in amacı belliydi. O benim onun kız arkadaşı olmamı istiyordu. Ben nereden
bilebilirdim ki. Daha 16-17 yaşlarında böyle bir iftirayı aklıma bile getiremezdim. Sonra öğle saatlerinde
uyandığımda, evde kimsenin olmadığını fark ettim. Yatak odalarına girip rahatsızlık vermemek için, annesini
uyandırmadım. Sadece evde annesi vardı. O gecemi orada geçirmiş olmam evden kaçan 17 yaşındaki kız için iyi
oldu. Yani o gece orada bulunmam, hırsızlıktan suçlanmamın yanına kar kaldı. Tabii bu da beni çok üzdü'
İstanbul'a geldiğinde ise cebinde sadece 500 bin lirası vardı. Günlüğünde o günü şu cümlelerle özetledi; İstanbul,
İstanbul, İstanbul Vay be. İlk geldiğim gün cebimde 500 bin lira vardı. Kalıcak ne bir yer, ne bir eşya, ne giysi,
hiçbir şeyim yoktu. Üstüne üstlük 16 yaşında gelmiştim bu şehre. Bu koca şehre.
Bir süredir esrar, kokain, burundan çekerek de eroin alıyordu. Eroin daha tam anlamıyla pençesine düşürmemişti
güzel Burçin'i. Ta ki Nedim'le olacağı o güne kadar. Bütün bunları düşündü iğneyi vurmadan önce o narin koluna.
Artık düşünmek istemiyorum dedi kendi kendine. O iğneyi kurtuluş sandı. Eroini kendisini terk etmeyecek bir
dost sandı. Unutmak sandı kötü şeyleri. Bilseydi bütün bunların kurtuluş değil başka acılara kanat açtığını.
Bilseydi eroinin dost değil onu hep kovalayacak bir düşman olduğunu, bilseydi acı hatıraların katmerlenerek
üzerine geleceğini. Vurmazdı o iğneyi. Kuşkunuz olmasın vurmazdı. Şöyle diyecekti günlüğünde eroinle
harmanlanmış acılarını tarif ederken, '15 yaşında başladım hayatın asitlenmiş durumunu yaşamayı. Şu an buz gibi
dul bir kadının evinde, bomboş odanın meşe ağacından yapılmış tarihi yemek masasının üzerinde yazıyorum.
Öyle düştüm ki kurşun kalemin ucu bile benimle beraber yavaş yavaş eriyor. Bunca şeyden sonra, sadece tek
beklediğim temiz sağlıklı bir hayat yerine., bu pislik yaşama tıpkı Marılyn Monre, Kutr Cobain, Nirvana takımı gibi
büyük bir göktaşı gibi damgayı kafalarına güm diye mühürleyip over doz olayına girmek olacaktır herhalde. O
zaman yazdıklarım, bu özel düşüncelerim kim bilir kimlerin eline geçecek.
5 OCAK 2004
Eroin içmeyi bırakan Gürsel Bıçakçı Fatih'te annesi ile birlikte yaşıyordu. Anneannesi rahatsızlanınca annesi
Leman, Ankara'ya gitti. Mecidiyeköy'de matbaacılık yapan ağabeyi Necdet'in arkadaşı Yusuf Bulut'un kardeşi
Abdulkerim Bulut ile 8-9 ay önce tanışmıştı. Abdulkerim'de kendisi gibi uyuşturucu satıcılığından sabıkalıydı.
Mecidiyeköy'de karşılaştılar. Gürsel Bıçakçı annesinin Ankara'da olduğunu söyleyince, Abdulkerim arada sırada
onda kalıp kalamayacağını sordu. Abdulkerim o gece Fatih'teki eve geldi. Daha sonra da sık sık uğradı.
Abdulkerim kokain satıyordu. Hatta, Gürsel Bıçakçı'nın evine geldiğinde birkaç defa birlikte kokan de içtiler.
Burçin Bircan'ın, Fatih'teki ölüm evine gelmesinden tam 24 saat önce...
Mecidiyeköy'de bir çay ocağı. Abdukerim ve Gürsel çay içiyorlardı. Saat 22.00 sıralarında Abdulerim'in telefonu
çaldı. Telefon ile konuşan Abdulkerim, Gürsel Bıçakçı'ya dönerek
-Kurtuluşa gidiyoruz. Arabayı sen kullan ağabey
Hyundai marka 34 BD 12.. plakalı otomobil Kurtuluş civarında bir evin önüne geldi. Arabayı görür görmez biten
Sabri, camdan içeri eğildi. Alışveriş başlamıştı. Parayı alan Abdulkerim kokain ile ekstasyleri verdi Alışveriş
tamamlanmıştı" İki sabıkalı aynasızlara meydan vermeden evlerinin yolunu tutuyordu. Dönüşte otomobili
Abdulkerim kullanıyordu. Saat henüz gece yarısına gelmemişti. Gürsel evinin önünde indi.
Ertesi gün Gürsel saat 11.00 gibi uyandı. Demli bir çay yaptı. Ağzına lokma bile koymadan sigarasını yaktı. O gün
evden hiç çıkmadı.
Gece saat 23.30 sıralarında 0536 724 01 .. numaralı cep telefonu çaldı. Arayan Abdukerim'di.
*Abi müsaitmisin bir arkadaşımla sana gelebilirmiyim ?
*Müsaitim buyurun gelin
Gece telefonunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu Gürsel. Sigarasından derin bir nefes aldı. Beklemeye
başladı.
Saat 02.00 sıralarında Gürsel'in telefonu bir kez daha çaldı. Arayan yine Abdulkerim' di. Kapının önünde
olduğunu söylüyordu. Kapı otomatiği büyük bir gürültü ile açılırken içeri Abdulkerim ile bir gece önce kokain ve
ekstasy sattıkları Sabri Kurban giriyordu. Biraz oturduktan sonra Abdulkerim çorabına zulaladığı kokain paketini
çıkarttı. Birlikte içmeye başladılar.
Aradan 45 dakika geçmişti. Sabri'nin telefonu çaldı. Sabri hararetli bir konuşmaya dalmıştı. Konuştuğu kişi bir
kadındı. Konuştuğu 2002 Ford Model Türkiye 1'ncisi Burçin Bircan'dı.
*Taksiye bin Fatih'e gel. Yada Taksim'e çık ben seni alayım
*Benim kıpırdayacak halim yok gel sen beni al
Sabri Kurban" telefon görüşmesinin ardından kendisini arayan kızın eroinman olduğunu söyledi. Soruşturma
kapsamında daha sonra polise ifade verecek olan Gürsel Bıçakçı o anı şöyle anlatıyordu: Sabri telefonu
kapattıktan sonra Abdukerim'e dnerekç Kız şu anda çok hasta eroine ihtiyacı var. İyi bir kızdır. Eroin alacak parası
yok. Hem eroin alırız hem de müsaade edersen kızı burada yatırırız abi' dedi. Ben de mahsuru yok dedim.
Bu konuşmanın ardından Sabri ve Abdulkerim evden çıktı. Kapının önünde duran ön camının sağ üst tarafında
Basın Pres ATV Sabah yazılı beyaz renkli Clio marka otomobile binerek gözden kayboldular.
Aradan sadece 20-25 dakika geçmişti. Abdulkerim geldiklerini söyleyerek Gürsel'den kapıyı açmasını istiyordu.
Apartman kapısı açıldığında Burçin Bircan Abdulkerim ile Sabri'nin kollarının arasındaydı. Burçin'in gözleri
kapalıydı. İncecik vücudu adeta külçe gibi olmuştu. Tamamen kendini bırakmıştı. Ağzını açamıyor
konuşamıyordu. Üzerinde mavi beyaz bir T-Shırt altında da penye bir bermuda vardı.
Üç adam Burçin Bircan'ı güçlükle eve soktu. Salondaki üçlü kanepeye uzandığında tir tir titriyordu. Sürekli
burnunu çekiyordu. Gürsel lacivert renkli eşofmanını Burçin'e güçlükle giydirdi. Üşümesi geçmemişti. Üzerine 3
tane battaniye örttüler. Krizdeydi. O apansız eroin krizinde. O geldi mi geçmek bilmeyen Burçin'i her seferinde
biraz daha eriten eroin krizinde. Titremesi üzerindeki battaniyelere rağmen daha da artmıştı. Ağzından zorla
adeta inleyerek kelimeler döküldü 'Ne olur şırınga yapın'
Abdulkerim ve Sabri mutfaktan aldıkları içinde az bir su bulunan tatlı kaşığına eroin koydu. Sabri evde her zaman
bulunan limon tuzunu da kaşığa ilave etti. Cebindeki Zippo çakmağını yaktıktan sonra kaşığın altına tuttu. Eroin
tatlı kaşığında eriyip sıvı hale gelirken Burçin'de yattığı üçl koltukta tit tir titrer vaziyette eroin ile benzer bir anı
yaşıyordu. İnleyerek 'Çabuk ol' dedi. Sabri elindeki eroini şırıngaya çekti. Yarı baygın yatmakta olan Burçin'e
iğneyi uzatarak ' Al yap' dedi. Burçin iğneyi yapamayacak kadar güçsüzdü. Üç adam Burçin Bircan'a kokain
vermeye karar verdi. İki çizgi halinde hazırlanan kokaini son bir hamle ile çekti. Biraz daha iyiydi. Hiç vakit
kaybetmeden eroin dolu iğneyi sol koluna enjekte etti. Titremesi yavaş yavaş geçmişti. Bşir anda uykuya
geçmişti. Sabri kaşıkta kalan eroini başka bir enjektöre çekti.
Aradan yaklaşık 4 saat geçmişti. Saat 07.00 sıralarında Sabri ile Abdulkerim Burçin Bircan'ı ertesi akşam
alacaklarını söyleyerek evden ayrıldı.
Burçin aldığı eroinin etkisi ile akşama kadar uyudu. Zaten hep öyle olmazmıydı. Krize girdiği zaman acı çeker
eroni aldıktan sonra da ölü gibi uyurdu. Yaşam artık onun için acı ve uyuşukluğu ifade ediyordu.
Akşam saat 20.00 sıralarında kendine gelmeye başlamıştı. Tam 18 saat sonra. Uyanır uyanmaz eroin yok mu diye
sordu. Beyni karıncalanmaya başlamıştı. İki gündür ağzına tek bir lokma koymamıştı. Sadece su içmişti. Gürsel
Bıçakçı Abdülkerim ile Sabri'nin bıraktığı eroini gösterdi. Kendisi de eroin kullanan Gürsel Burçin'e bir şeyler
yemesini söyledi. Burçin tepki vermedi. Yerinden kalkmıyordu. Yaklaşık 45 dakika sonra camın üzerinde duran
eroin dolu şırıngayı aldı. Kendine enjekte etti. Kendinden geçmek üzereydi. Gürsel durumu fark eder etmez
Burçin'in kolundaki şırıngayı aldı. İğne de biraz daha eroin kalmıştı. Burçin oturduğu çek yat üzerinde yarı baygın
haldeydi. Gürsel genç kızın zehirlendiğini düşünmeye başlamıştı. Mutfajta hemen tuzlu su yaptı. Burçin'e bu suyu
içirmeliydi. Burçin'in ağzını zorla açtı. Tuzlu suyu içirdi.
Burçin adeta ölü gibiydi. Yaklaşık 1i5 saat sonra uyandı. Şişe ile gelen suyu ağzına dikerek içti. Burçin vücudunun
yandığını hissediyordu. Asit adeta tüm hücrelerini ele geçirmişti. 3-4 saat içinde neredeyse 7-8 litre su içti.
Gürsel Bıçakçı çek yatta çaresizce yatan Burçin'e bakarken aklına kızı Ceren geldi. Aynı yaşta olmalıydılar. Onu
görmeyeli neredeyse 6-7 ay geçmişti. Eroin illeti yüzünden zaten çok fazla bir araya gelememişlerdi ki. Vitrinde
duran kızının resmini Burçin'e gösterdi.
Tıraş olmak için banyoya giren Gürsel Bıçakçı, Burçin'e seslendiğinde cevap alamadı. Panik halde odaya
girdiğinde, Burçin'i pencerenin önünde duran eroin dolu şırıngayı sol koluna batırmış vaziyette gördü. Genç kızın
kolunda saplanmış duran şırıngayı çekip aldı. Burçin altın vuruş yapmıştı. Terlemeye başlayan Gürsel Bıçakçı,
Burçin Bircan'ın yolun sonuna geldiğini anlamıştı. Kalp masajı yaptı. Olmadı. Suni solunum yapmayı denedi.
Burçin'in ağzından burnundan köpükler gelmeye başlamıştı. Gürsel Bıçakçı eroinin kan dolaşımını yavaşlattığını
biliyordu. Kan dolaşımını sağlamak için tekrar masaj yapmaya başladı. Burçin'in gözleri ve ağzı açıktı. Boş ve sabit
bir şekilde bakıyordu. Nabzı ise henüz atıyordu. Sonra kaskatı kesildi. Önce birkaç hıçkırık sesi geldi. Bel ki
konuşmak istese neler söyleyecekti, belki hayata son haykırışını yapmak istedi. Küçük bir hıçkırık sesi daha artık
nefes almıyordu.
Gürsel Bıçakçı, bu güne kadar onlarca kişiye sattığı eroinin bu genç kıza yaptıkları karşısında çaresizdi.
Poliste verdiği ifadesinde Bıçakçı, Burçin Bircan'ın son dakikalarını şöyle anlatacaktı 'Hemen telefona sarılıp 0535
312 66 12 numaralı telefondan Sabri'yi aradım. Kendisine kızın ölmek üzere olduğunu ve çabuk eve gelmelerini
söyledim. Geliyoruz demelerine rağmen aradan yarım saat geçti. Bu sırada 6 Ocak Salı gecesi saat 01.00 olmuştu.
Tekrar Sabri'yi aradım. Gelmiyormusunuz kardeşim dedim. Köprüdeyiz geliyoruz dedi. Geç kaldınız oğlum kız
öldü dedim. Çünkü telefonla konuşurken bir taraftan da kıza masaj yapıyordum. Kaskatı kesilmişti, önce
hıçkırmaya başladı, sonra nefesi kesildi. Anladım ki öldü. Kız o şekilde duruyordu. Ben gözlerini kapattım,
battaniyeyi üzerine örttüm, cenazede adettir diye ölüsünün üzerine bıçak koydum. Sözde ceset şişmezmiş bunun
için yaptım. Aradan 45 dakika sonra yani saat 02.00 sıralarında Sabri ve Abdulkerim eve geldiler. Dışarıda kar
yağıyordu. Hava soğuktu. Bunlar geldiğinde Abdulkerim'in yeğeni olduğunu bildiğim 25 yaşlarında uzun boylu
zayıf yapılı İbrahim isimli şahıs vardı. Bunlar geldiğinde yine Sabri'nin idaresinde bulunan beyaz renkli Clio otoyla
gelmişlerdi. Eve girdiklerinde ağabey doğru mu söylüyorsun, bizimle dalga mı geçiyorsun kız öldü mü diye
sordular. Ben de onlara kızarak görmüyormusunuz. Hem üzerine battaniye serdim hem de şişmesin diye üzerine
bıçak koydum dedim. Bunlar kızı bu haliyle görünce üçü birden dışarı çıktılar. Biz konuşup gelelim dediler. Ben de
onlara kızarak kızı bir an önce hastaneye götürmemiz gerekir, ölse de ölmese de bunu yapmamız gerekir dedim.
Buna rağmen beni dinlemeyip dışarı çıktılar. Arabaya binip uzaklaştılar. Ben hemen Sabri'yi telefonla tekrar
aradım. Nereye gidiyorsun kardeşim arabayı getir, kızı hastaneye götürelim. Yoksa ben polisi arayıp sizi ele
vereceğim dedim. Bunun üzerine Sabri geliyorum dedi ve tek başına otosuyla geldi. Abdulkerim ve yeğeni yoktu.
Sabri ile ben kızcağızı kucağıma aldık. Bu arada kızın öldüğünden tamamen emin olduk. Çünkü kız altını
pislemişti. Sonra onu arabanın arka koltuğuna koyduk. Arabayı Sabri kullandı. Yukarıda bahsettiğim beyaz Clio
marka otoydu ve ön camında Basın Ekspres yazılıydı.
Arabayla kızı önce Haseki Hastanesi'ne götürdük. Acilin önünde durduk. Sabri bana hemen bir sedye al kızı
bunun üzerine bırak hemen kaçalım dedi. Ben acile girdim. Ortalıkta sedye bulamayınca geri döndüm. Burada
sedye yok. Cerrahpaşa Hastanesi'ne gidelim dedim. Bu yere geldik. Sabri yine bana aynı şekilde hareket etmemi
istedi. Sedye yine yoktu. Acil giriş kapısında resmi üniformalı polisler vardı. Kızı orada indiremedik. Sabri bana
atla arabaya gidelim, nasıl olsa kız öldü. Bir yere bırakalım başımız ağrımasın dedi. Bunun üzerine arabayı hareket
ettirdi. Zeytinburnu ilçesine doğru geldik. Kozlu Mezarlığı'nın arasına girdik. Sabri burasının müsait olduğunu ve
buradan insan, araba geçebileceğini kızın cesedinin de rahatlıkla fark edileceğini söyledi. Bunun üzerine
arabadan indik.. Arabanın arka koltuğunda yatırdığımız kızın ben kollarından, Sabri ise ayaklarından tuttu.
Hemen oraya yere sırt üstü bıraktık. Kızı bıraktığımızda üzerinde bana geldiği sırada ona giydirdiğim lacivert
renkli eşofman vardı. Her iki ayağında çorap vardı. Arabaya bindirirken bot tipi ayakkabılarını giydirmiştik.
İndirirken bir ayakkabısı arabanın arka koltuğuna düştü. Onu da alıp cesedin yanına koydum. Ayrıca kızın ufak
spor tipli renkli kalite küçük bir el çantası vardı. Bu çantanın içinde kaliteli cüzdanı ve sigorta kartına benzer kartı
ile 3210 Nokıa marka gri renkli bir telefon makinası vardı. Ben bunları olduğu haliyle cesedin yanına bıraktım.
Sabri, cep telefon makinasındaki kartı yolda giderken kırıp attı. Biz cesedi bu şekilde bulunduğu yerde bıraktık.
Kızın vücudunda yara bere izi yoktu. Bir tek sol kolunda iğne izleri vardı. Biz cesedi bıraktığımızda saat 02.30
sıraları olmuştu. Sabri beni Vatan Caddesi'ne bıraktıktan sonra çekip gitti. Ben ise eve gelip 3 gün boyunca
uyumadım. Sabri ve Abdulkerim ile irtibatım kesildi.
10 EKİM 2002
Bodrum'da ailesinin yanındaydı. Dominik Cumhuriyeti'nde düzenlenecek Ford Model's Super Model Of Tte
World yarışmasına Türkiye kızı olarak gitmesine artık çok az bir süre kalmıştı. Günler azaldıkça zaman sanki hiç
geçmek bilmiyordu. Hayatının akışını sanki bu yarışmaya endekslemişti. Kendine güveniyordu. Belki de ilk kez
kendisine bu kadar güveniyordu. Sırlarını paylaştığı günlüne de buları yazdı: "Merak ettiğim acaba kaçıncı
olacağım. Çünkü dereceye gireceğimden eminim. Bu konuda kendime güveniyorum. Güzel olmama değil ama
özümdeki ruha güveniyorum"
Hayallerine yolculuğa 1 hafta kalmıştı. Menajeri Cavidan Kutlu aramıştı. Ailesi ve yaşam tarzları ile yeni çekilmiş
fotoğraflarını istiyordu. Fotoğraf makinası da, film de yoktu. Hemen komşularındaki fotoğraf makinasını alarak
belki de ailesi son kez birlikte fotoğraf çektirdi.
Günler yaklaştıkça heyecanı gittikçe artıyordu. Yarışmada alacağı derece, Top Modellik, ailesine iyi bir hayat
kurma düşüncesi bir an olsun bile aklından çıkmıyordu. Son 4 ayını ailesinin yanında geçirmişti. Uyuşturucu da
kullanmamıştı. Tek sorunu aldığı kiloları ve yarışma stresiydi.
Bu düşünceler içinde 29 Kasım 2002'de Dominik'e uçtu.
Sonunda hayallerine ulaşacağını düşündüğü yerdeydi. Kampa geldiğinde diğer ülkelerin güzelleri ile tanıştı.
İngilizcesi'nin yetersiz olması Burçin'in kamptaki ilk günlerini karabasana çevirdi. Hem çok sıkılıyor hem de aşırı
sıcak ve rutubetten bunalıyordu. Kampta gördüğü diğer ülkelerin kızlarının güzellikleri de kendine olan güvenini
azaltmıştı. Daha ilk günlerde anne ve babasını özlemeye başladı. Artık dereceye gireceğini bile düşünmüyordu.
Türkiye'ye, anne ve babasını yanına dönmeyi istiyordu.
Güzeller basına tanıtılıyordu. Yarışmaya katılan tüm ülkelerin kızları basının önüne topuklu ayakkabı ile
çıkmışlardı. Bir kişi hariç. Burçin spor ayakkabı ile basın mensuplarının karşısındaydı. Farklılığı bir kez daha
herkesin dikkatini çekmişti. O gün basın toplantısı bittiğinde kendine güvenini tekrar kazanmıştı. O akşam
günlüğüne şöyle yazdı; "Televizyonda izlediğime göre, yemin ederim en iyi ve en profesyonel ben çıkmışım.
Kendimi kötü beklerken bir baktım ki en iyi ben çıkmışım" diyordu.
O günden sonra kamptaki günleri daha güzel geçmeye başlamıştı. Havuzda yunuslarlayapılan şovda da, diskoda
da bir numaraydı. Hele diskoda ilk Karoke'yi Burçin başlatmıştı. Hep hayranı olduğu Madonna'nın Like a Virgin
şarkısını söylediğinde herkes ona bayılmıştı.
Her şey güzel gitmesine rağmen o hep ailesini özlüyordu. Diğer kızların ailelerinin yanlarında olması, Burçin'in
yüreğini acıtıyordu.
Yarışmaya sadece 48 saat kalmıştı. Zaman sanki durmuştu. Kafasında, İstanbul'da küçük bir ev ile araba, ailesine
hediyeler ve Top model olma hayalleri ile son güne gelmişti.
O gün, Caty Ford ve Ford ailesinin önüne diğer 55 yarışmacı kızla birlikte çıktı. Kendiağzından o gün yaşadıkları
ise şöyleydi, "Kızların bir çoğu giyinikken güzel. Bikinilerle çıktık Ford ailesinin karşısına. Çoğu kızda leke, yara izi,
çatlak yada abuk sabuk çirkinlik vardı. Ben olduğum için söylemiyorum ama eğer gerçekten profesyonelce dikkat
edilirse aralarında en iyi bendim. Puanlarımız verildi sanırım artık. Yarın final, Süper model kim olacak çok merak
ediyorum"
Yarışma günü gelip çalmıştı. Kızlar teker teker podyuma çıktı. Bedeni orada olan Burçin'in kafası, ailesinde ve
hayallerindeydi. Her adımında, kafasından değişik düşünceler geçti. İlk elemeler sonunda Top 20'ye kaldı.
Sonuçlar açıklanmaya başlamıştı. Beşinci güzelden başlayarak isimler açıklanmaya başladı. Sıra Süper Model'in
açıklanmasına geldiğinde kalbindeki çarpıntı, sunucuların söylediği ismi bile anlamamasına yol açtı. Hayallerinin
sona erdiğini 1'nci olan güzele tacı takılırken anladı. O an çok şaşırmıştı. Kendini kötü hissediyordu, "O an isyan
etmem an meselesiydi. Kendimi tuttum, tuttum. İnsanların nasıl baktıklarını gördüm ve hemen oradan
uzaklaşmak kendimi annemin kollarına atmak istedim. Ama yapamıyordum. Çünkü annem orada yoktu. Çünkü o
dünyanın öbür ucunda kızının Süper Model olacağı haberini bekliyordu"
Tüm bunlar Burçin'in kafasından geçerken bir mucize daha olmuştu. Burçin Top 20 Model içinden Ford Models'in
3 New Face'inden biri seçilmişti. O şaşkınlıkla bunu algılayamamıştı. Oysa ki, aldığı bu derece hayallerinin
bitmediği anlamına geliyordu. Amerika rüyası ve modellik şansı devam ediyordu. Oysa, hayalleri İstanbul'a
döndükten kısa bir süre sonra eroin yüzünden kabusa dönüşecekti o güzel kızın.
9 ARALIK 2002
Şimdi çoook uzaklarda küçük bir kız var
Küçücük bir köyde kalbinde yalnız sen
Sen varsın ama dirirlmeyecek bir sen
O küçük kız şu an küçük bir kumasalın taa en ucunda
Oturmuş, dalgaların sesini dinliyor,
Rüzgarın yüzüne yavaş yavaş bıraktığı
Öpücükleri yazıyor elinde bir kalemle satırlara,
Tek bir amaç için yaşıyor.
Denizin ağlayışını, kumsalın haykırışını
Gökyüzünün isyan edişini dinliyor
İşte o kız, senden daha iyi kafalar yaşıyor
Çünkü ne yaptığını biliyor
Ve yapacaklarının bitmediğini de biliyor
Denizin taa öbür ucuna bakıyorum şimdi
Orada seni görüyorum
Ama inan yanına gelmem için tek bir yunus bile yok gece kuşu delikanlı
Burçin bu şiiri Yaşar'a yazdı. Henüz çok genç olmasına rağmen bir çok erkekle beraber olmuştu. Bunların arasında
birini çok sevmişti. Ona da sonradan bağlanacağı eroin gibi bağlanmıştı. O gün bu mısraları yazdığı Yaşar'ı
hayatından çıkartıp atmıştı.
Şubat 2003 sonları...Bundan tam bir yıl önce.
Burçin Bircan, 1 yıldır Nişantaşı'nda aynı evi paylaştığı reklamcı arkadaşı Banu Gençoğlu ile Cihangir'e taşındı.
Yaşar'dan henüz ayrılmıştı.Yaşar'da o günlerde biricik aşkı Burçin için aşağıdaki satırları kaleme alıyordu.
"Güzel bir yaz akşamıydı. Bir arkadaşımın daveti üzerine Taksim She Bara gittim. Bir üniversite partisi vardı.
Kalabalık gençlerin oluşturduğu grupla beraber, kabinin arkasında eğlenmeye başlamıştık bile. Zaman ilerledikçe
eğlencenin dozu da artmaya devam ediyordu. Gecenin ilerleyen saatleriydi. Birden kulübün ortasında çılgınlar
gibi dans eden birisini gördüm. Karanlıktan suratı belli olmuyordu. DJ olan arkadaşıma ışıkları biraz açmasını
söyledim. İçerisi biraz daha aydınlandığında, işte o an donup kalmıştım sanki. Hayatımın en büyük şokunu
geçiriyordum. O kadar güzel ve seksi bir kız vardı orda. Del gibi dans etmeye devam ediyor, gözlerimi üzerinden
alamamama sebep oluyordu. Ona baktıkça hayretler içerisinde kalıyordum. Beni çok etkilemişti. O dans etmeye
devam ettikçe ben delirecek gibi oluyordum. Çok güzel ve bir o kadar da masum yüzlü bu kıza vurulmuştum. Evet
ona gerçekten aşık olmuştum. İşte o an ilk görüşte aşık olmanın ne demek olduğunu anlamıştım. Onunla mutlaka
tanışmalıydım. Bir türlü cesaretimi toplayıp yanına gidemiyordum. Onunla nasıl tanışabilirim diye düşünürken
kabinden aşağı kabinin önüne indim.
Dans ederken gittikçe kabine doğru yaklaşıyordu. Yaklaştıkça heyecanım hat safhalara çıkıyordu. Birden gelip eks
var mı diye sorunca ikinci büyük şoku geçirmiştim. Toparlanmaya çalışırken yok ama bir arkadaşımın geleceğini
ve onda varsa verebileceğimi söyledim. Tamam deyip dans etmeye devam etti. Şaşkınlığımı üzerimden atmaya
çalışırken, barın body guardlarından biri gelip onu dışarı çıkardı. Ben öylece kalakalmıştım. Ben de peşlerinden
dışarı çıktım. Ama bir arabaya binip oradan uzaklaştılar.
Çok üzülmüştüm. Caddenin ortasında inanmıyor ve öylece bekliyordum. Bara geri döndüğümde arkadaşım
neredeydin diye sorunca şaşkın ve üzgün bir ifadeyle suratına bakıp, sonra da bir sigara yakıp oturmuştum. 15
dakika sonra oradan çıkmıştım. Barın tam önündeyken bir arabayla önümden geçti ve gözden kayboldu. Başımı
yukarı kaldırıp, sanki yüce Tanrımı görüyormuşum gibi, ondan bu güzel kızla beni bir yerde bir şekilde
karşılaştırmasını o kadar içten diledim ki, içimin kalbimin sızladığını hissetmiştim.
BEBİŞ
Aradan koskoca 1 yıl geçmişti. O zamanlar Galatasaray'da bir arkadaşımın evinde sık sık takılırdık. Yine bir gün
aynı evde otururken çok sevdiğim arkadaşlarımdan birisi olan Murat gelmişti eve. Selamlaşıp muhabbete devam
ettim. O sırada Cd'den Love in Traffic parçası çalıyordu. Murat birden parçanın tekrar çalıcağını bilsem takılırdı
dedi. Ben hemen atladım ve cd çaldığını söyledim. Tamam o zaman deyip bir kız arkadaşını alıp geleceğini
söyledi. 15 dakika sonra gelmişti. Zil çaldı. Apartmanın kapı otomatiği bozuk olduğu için anahtarı aşağı atmak
gerekiyordu. Anahtarı alıp camdan dışarı çıktım. Anahtarı attıktan sonra şöyle bir aşağıya baktım. Murat'ın kız
arkadaşıyla göz göze gelmiştik. Birden garip bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Sakinleştim ve içeri girdim.
Hissettiklerime bir anlam veremiyordum.
Yukarı çıkıp içeri girdiklerinde selamlaşıp tekrar göz göze geldiğimizde heyecanlanmıştım. Nedenini bilmiyordum.
Oturup muhabbete devam ediyorduk. Sigara sarıyordum ve orada kaçamak bakışlarla ona bakıyordum. Saçlarını
iki taraftan toplamış oturuyordu. Birden elini tokalarına götürüp tokalarını çıkardı ve şöyle bir saçlarını
salladıktan sonra gözlerimin içine baktı. Beynimde şimşekler çakıyordu. Sanki çok tuhaftı bu yaşadıklarım. Bu
olanlara bir anlam vermeye çalışırken, birden bir sene öncesine Taksim She Bar'daki o partiye gitti aklım. Her
şeyy gözümün önünden geçiyordu sanki. Bütün buları hatırlayıp kaendime gelip, ona baktım ve inanmıyordum.
Evet o idi. Bir sene önce She barda ilk görüşte aşık olduğum ve Tanrımdan beni onunla karşılaştırmasını istediğim
o güzel kız karşımda oturuyordu. Beynim durmuştu sanki, ayağa kalkıp tuvalete girdim. Kapıyı kilitledim ve
düşünmeye başladım. İnanmıyordum. Yüce Tanrım dileğimi kabul etmişti ve o kız burdaydı. Kendimi toparlayıp
içeri gittim. Hiç bozuntuya vermeden muhabbete devam ediyordum. Bu arada gözlerinin içine bakmayı ihmal
etmiyordum. Arada bir göz göze geldiğimizde heyecanlanıyordum. Kafalarında iyi olmasının etkisiyle evde dans
etmeye başlamıştık. Sabahın ilk saatleri olmuştu. Herkes uyumuştu ben ve o güzel kız artık adını da biliyordum.
Ben ve Burçin uyumamıştık. Biraz sohbet ettik ve biz de uyuduk. O günden sonra o ev de 2-3 ay boyunca takıldık.
Takıldığımız günlerin sabahlarında herkes uyurdu. Ben ve Burçin en sona mutlaka kalırdık. Birbirimize
geçmişimizle ilgili hikayeler anlatırdık. Günler geçtikçe Burçin'e karşı olan sevgim büyüyordu. Kendimi ona iyice
bağlanmış hissediyordum. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Ailemi, evimi unutmuştum. Artık o evde ya da Burçin
neredeyse orada yaşıyordum. Onu görmeden yapamıyordum. Arada eve uğruyordum ama evde duramıyordum.
1-2 saat içinde çıkıp Burçin'in, aşık olduğum kızın yanına koşuyordum. Hissettiklerimi Murat'a belli etmemeye
çalışıyordum. İki arda bir derede kalmak vardı ya işte öyle bir durumdu benim ki. Kimseye bundan söz
etmiyordum. Kafayı yiyecekmiş gibi oluyordum.
Kar yağıyordu. Her taraf bembeyaz olmuş, tertemiz bir hava vardı dışarıda o sabah. Yine herkes uyumuştu ama
ben ve Burçin hariç. Dışarı çıktık, bir şeyler yedik. Burçin bana kiliseye gidelim mi ? dedi. Ben de tabii ki kabul
ettim. O ne derse yapardım herhalde o zamanlar.(Tabii şimdi de yaparım) Kiliseye gittik, paramız yoktu.
Tanrımızdan bizi affetmesini dileyerek iki tane mum aldık. Dilek tutup mumları diktik. Burçin'i bilmiyorum ama
ben o zaman onula her şeyin çok güzel ve mutlu olmasını dilemiştim.
Bir hafta sonra clube gidecektik hep beraber. Murat bize siz girin ben gelicem dedi ve biz clube gittik. Burçin'le
karşılıklı dans ediyor ve birbirimize gülüyorduk. Daha sonra Murat geldi ama yanımıza gelmiyordu. Bu beni
rahatsız ediyordu ve Murat'a karşı mahcup olmamı sağlıyordu.
Kendimi çok kötü hissediyordum. Bir tarafta inanılmaz bir sevgiyle gözlerine baktığım ve ilk aşık olduğum kişi yani
Burçin bir tarafta da çok sevdiğim arkadaşım Murat. Tanrım çok kötü hissediyordum kendimi. Dayanamıyordum
bu duruma ve işte o an geldi çattı. Klubün diğer köşesinde olan Murat ile göz göze geldik. O kadar insan varken
içerde bir tek gözlerim Murat'ı görüyor ve ona yürümeye başladım. Biraz yaklaştım ve kendimi tutacak gücüm
kalmamıştı artık. Birden bire küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladım. Gözlerimden yaşlar resmen akıyordu. Ona
sarıldım ve durup ne söyleyeceğimi bilmez bir halde çok özür dilerim ama inan hissettiklerime karşı koyamadım
dedim. Gerçekten de öyleydi. O ana kadar hep kalbimin sesi ile hareket etmiştim, iyi ki de öyle yapmışım. Artık
ilk defa aşık olduğum ve deli gibi sevdiğim Burçin'le beraberdim. Çok mutluydum ama bir yandan da Murat'ı
düşünüyordum. Bir süre sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Atrık Burçin'le el ele kol kola geziyorduk,
eğleniyorduk. Sevgilim olmuştu, hem de ilk sevgilim. Artık gözlerim hiçbir şey görmüyordu. Varsa yoksa, Burçin,
Burçin, Burçin, Burçin...
Hala daha öyle. Bebişim lütfen buna inan. Seni çok seviyorum, beni affet. Bir daha böyle tatsızlıklar olmayacak.
Kimseyi, hiçbir şeyi istemiyorum. Sadece seni istiyorum. Senin olmaya devam etmek istiyorum. Hiç kimse hiç bir
şeyi benim sevdiğim kadar sevemez. Bebişim Kocaman, kocaman, kocaman....
27 OCAK 2003
O gece, kendini yine kötü hissediyordu. Banu ile sevgilisi Sarp'ı da birlikte sarmaş dolaş görünce kendini daha da
kötü hissetti. Yanlızlık peşini bırakmıyordu. Oysa ki o yanlızlığı hiç sevmiyordu. Dışarı çıkmaya kara verdi.
İstanbul'da o gün temiz ama soğuk bir hava vardı. Buna rağmen, boğazının düğümlendiğini, nefes alamadığını
hissetti. Sokaklardan hızla yürüyordu. Evden çıkarken elinde bulunan sigarayı henüz atmıştı ki, bir yenisini daha
yaktı. Sigarasını yakarken kendisine omuz atan, o kılıksız adama aldırmadı bile.
İstiklal Caddesi'nden İmam Adnan sokağa girdiğinde, içki fiyatlarının ucuz olduğu bir bara gitti. İki duble viski içti.
Karşısında kendisine kesik bakışlar fırlatanları umursamadı. Saat henüz 21.30'du. Daha saat erken dedi kendi
kendine. Bir viski daha söyledi . Viskisinden son yudumu aldığında aradan 1 saat geçmişti. Sandalyesinin üzerine
astığı montunu giydi. Bardan çıktığında kafasında hala Yaşar, Amerika'daki modellilik hayalleri ve yanlızlığı vardı.
Kendine ve kaderine bir kez daha kızdı. Her şey tekrar kötüye gitmeye başlamıştı. Neden ben de herkes gibi
değilim ? dedi. Annem babam bile öz değil diye geçti aklından. Amerika'ya gideceği günlerin sürekli ertelenmesi
umutlarını azaltmıştı.
Talimhanede'ki Twenty'e yürüyerek gelmişti. Kapıdan içeri girdiğinde kafasında hala bu düşünceler vardı. Neden
buraya geldim diye sordu kendi kendine...Belki de Yaşar ile karşılaşmak istiyordu. Buraya birlikte çok sık
gelirlerdi. İçeri girdiğinde tanıdık yüzleri aradı kısa bir süre. Gece kulübünün tayfaları oradaydı. Tanıdığı bir kızdan
ekstasy aldı. Kan basıncı hızla yükseldi. Kendini müziğin ritmine bıraktı. Çılgın gibi dans ediyordu. Bir ara
karşısında genç bir çocuk gördü. Oldukça yakışıklı gözüküyordu. Bir süredir birlikte dans ettiklerini fark etti.
Nedim, kendisini henüz fark eden Burçin'in kulağına doğru eğildi. Nedim'in nefesi Burçin'Qi heyecanlandırmıştı.
Avucunun içindeki üzerinde kiraz resmi olan ekstasyi Burçin'e verdi. Bardan Red Bull alan Burçin eksi, ağzına attı.
Çılgınca dans etmeye devam ettiler. Bir ara kolonların yanında kulakları sağır edercesine çalan müzik sesine
aldırış etmeden sevişiyorlardı. Bardan birlikte çıktılar. Nedim'in evine davetini Burçin kabul etti. Kurtuluşta'ki eve
gittiklerinde gün daha ağarmamıştı. İki odalı küçük bir evdi. Mutfaktaki piknik tüpünün üzerinde bir gün
öncesinden kalma olduğu belli olan makarna dolu bir tencere duruyordu. Nedim, odadaki elektrik sobasını yaktı.
Burçin çek yata uzanmıştı. Nedim televizyon dolabının arkasından aldığı poşetle Burçin'in yanına geldi. Aslında
amacı Burçin'in tepkisini ölçmekti. Burçin daha önce duman ve şaşal yaparak denediği eroini tanımıştı. Nedim bir
eroinmandı. Umursamadı. Hatta, herşeyin farkında olduğunu belirten bir gülücük fırlattı. Nedim, 'İstermisin ?
diye sordu. Burçin kafasını salladı. Mutfaktaki piknik tüpünün yanına giden Nedim, usta el hareketleri ile eroini
hazır hale getirdi. Şırıngaya doldurdu. Burçin, elinde iğne ile gelen Nedim'e dikkatle baktı. Önce Nedim daha
sonra da Burçin üzerindekileri çıkardı. Şimdi sütyenle kalmıştı. Daha önce şırınga ile eroinin sonun başlangıcı
olduğunu duymuştu. Yine de aldırış etmedi. Nedim, usta bilek hareketleri ile Burçin'in sağ kolunu kavradı.
Damarını buldu. İğneyi vurdu. Eroin damarlarından içeri girdiği andan itibaren Burçin uyuşmaya başlamıştı. Uzun
zamandır uykusunda bile göremediği düşlerin içine gömülmüştü. O gece düş olduğunu düşündüğü şeyler daha
sonra kabusu olacaktı.
15 OCAK 2004
Asayiş Şube Müdürlüğü'nde Gürsel Bıçakçı'nın sorgusu sürüyordu. Gürsel Bıçakçı, kendisini sorgulayan
dedektiflere, Burçin Bircan'ın Türkiye güzeli olduğunu ve cesedinin bulunduğunu televizyondan öğrendiğini
söylüyordu.
Televizyondaki haberlerde o gece mezarlığa bıraktıkları kızın Burçin Bircan olduğunu anlayan Gürsel, vicdan azabı
çekmeye başlamıştı. Polise teslim olmaya kara verdi. Sokağa çıktığında durumu mahalleden arkadaşı Erol'a
anlattı.
-Bu işe çok canım sıkılıyor. Kendimi temizlemem lazım. Vicdan azabı çekiyorum
-Oğlum git Savaş Ay'ı bul. Bizim mahallenin çocuğudur. O sana hem akıl verir hem de seni polise teslim eder.
Oralarda ezilmezsin.
Erol'dan aldığı nasihatlardan sonra Gürsel Bıçakçı, Savaş Ay'ın annesi Şükran Ay'ın Fatih'teki evine gitti.
Karşısındaki adamın anlattıklarının ardından Şükran Ay, oğlu Savaş Ay'a telefon açtı.
Dedektifler, Savaş Ay'ın Gürsel Bıçakçı'ya nasıl ulaştığını gerçekten merak ediyordu. Genç dedektif anlat dedi.
Gürsel Bıçakçı, Şavaş Ay'ın gazetecilerle köşe kapmaca oynadıkları günü anlatmaya başladı 'Savaş Ay benimle
telefonla görüştü. Bizim evde otur seni aldıracağım dedi. Kısa bir müddet sonra Savaş Ay'ın danışmanı olduğunu
söyleyen Gaye isimli bir bayan gelip beni aldı. Beni Savaş Ay'ın Cihangir'de bulunan evine götürdü. Savaş Ay
aradydı. Başımdan geçen olayı anlattım. Savaş Ay mahalleden beni şahsen iyi tanır. Ona ulaştıktan sonra ismimin
Mehmet Tarık Ceyhan olduğunu kendisine söyledim. Gerçek kimliğimi gizledim. Savaş Ay beni dinledikten sonra,
sen şimdi çayını kahveni iç ben şimdi hallederim dedi. Savcı ile telefon ile görüştü bir emniyet görevlisi ile
telefonla görüştü. Savaş Ay, seni savcılığa teslim edeceğim ancak bu işi bir haber yapayım. ATV'de yayınlansın
seninle bir röportaj yapayım. Sonra da sana aslanlar gibi baktırırım kılına bile kimse dokunamaz dedi.
Daha sonra birlikte dışarı çıktık. Önce yanında üç tane personeli ve iki tane kamera ile birlikte kızın cesedini
bıraktığımız yere götürdü beni. Kameralar benim görüntümü ve sesimi alıyordu. Ondan sonra da Zeytinburnu
Savcısı'nı telefonla aradı. Laleli semtinde Hacı Bozanoğulları isimli bir lokantaya gittik. Burada yemek yerken genç
bir şahıs bu yere geldi. Savaş Ay, bu şahsa savcı diye hitap ediyordu. Sonra buradan kalkıp Balmumcu'daki ATV
binasına gittik.
Dedektif durumu anlamıştı. Karşısındaki meslektaşı ile göz göze geldi. İkisi de durumu anlamıştı. Savcı meselesi
kandırmacıydı. Gazetecilerin sık oynadığı oyunlardan biriydi.
Gürsel anlatmaya devam etti '1'nci kata çıktık. Savaş Ay'ın yazıhanesi o kattaydı. Savaş Ay'ın bana savcım diye
tanıttığı kişi beni dinledi. Bende başımdan geçen olayları anlattım. Savcı bey beni dinledikten sonra gitti. Savaş
Ay'a bunu emniyet görevlilerine teslim edersin dedi. Ben Savaş Ay ile ATV binasında 5-6 saat kaldık. Burada Savaş
Ay benimle röpörtaj yaptı. Kameralar hem görüntümü hem de sesimi kaydetti. Savaş Ay, beni başka gazete ve
televizyonlar çekmesin diye beni kendi jeepine aldı. İstanbul'da bir sürü kovalamaca oynadık. Amacı kendisi
dışında, benim olayımı başka basın mensupları sabah baskısına yetiştirmesin diyeydi. Hatta Savaş Ay, bana, saat
04.00'a kadar seni gezdirmem lazım. O saatten sonra isteyen istediği kadar çeksin. Çünkü saat 04.00'a kadar
Hürriyet Gazetesi baskı yetiştirebiliyor. Gece ilerliyen saatlerde Cerrahpaşa semtinde çay içtik. Savaş Ay, Cinayet
Masası dedektifleri ile irtibat kurup beni Zeytinburnu'nda bir benzin İstasyonu'nda teslim etti.
Savaş Ay'ın istediği olmuştu. Tüm gazetecileri atlatmıştı. Hatta ertesi günü gazetelerde Savaş Ay'a iki kişinin
teslim olduğu şeklinde yanlış haberlerde çıkacaktı. Kimi gazetelerde ise haberler küçük olarak yer alacaktı.
Savaş Ay bir kez daha yılların tecrübesiyle bütün meslektaşlarını atlatmıştı...
Sorgu tamamlanmış. Adliye'ye gitme zamanı gelmişti. Buna rağmen Burçin Bircan dosyası henüz kapanmamıştı.
Başka sorgu odalarında Burçin'in hayatına giren diğer insanlar sorgulanıyordu. Polis dosyasının ilk bölümündeki
sayfasındaki Firarlar kısmına ise kik isim giriyordu: Abdulkerim Barut, Sabri Kurban...
BÖLÜM 12
Cihangirdeki evde üç kişiydiler. Banu, Sarp ve Burçin. İki sevgili evde temizlik yapıyordu. Sehpanın üzerinde içinde
kan damlacıkları bulunan şırınga, Banu'nun dikkatini çekti. Zaten bir müddettir Burçin'in davranışlarından
şüpheleniyordu. Burçin eroin mi kullanıyordu ? Sinirli bir ses tonu ile sordu 'Bu ne ?' Burçin iki gece önce Banu,
Sarp'ın evinde kaldığı sırada Nedim'le geçirdiği geceyi hatırladı. Yalan söylemenin faydasız olduğunu anladı. Zaten
gerçeklerden kaçacak gücü de kalmamıştı. Nedim diye bir arkadaşı ile eroin kullandıklarını anlattı. Banu
hiddetlenmişti. Bağırıp çağırmaya başladı. Ev arkadaşı eroin kullanıyordu. Sevgilisi ile odasına çekildi. O gün Burçin
ile evlerini ayırmaya karar verdi. Banu uyuşturucu kullanmıyordu.
Sorgu odasındaki Banu o günü ve Burçin'i anlatmaya başladı; Yaklaşık 3 yıl önce ATV reklam prodüksiyon
bölümünde çalışıyordum. İşten ayrıldıktan sonra Murat Güzelbeyoğlu isimli arkadaşıma ait reklam şirketinde
müşteri olarak çalışmaya başladım. Halen bu işte çalışmaktayım.
Burçin Bircan'ı 1 yıl önce Taksim Talimhane semtinde bulunan Twenty gece klubünde arkadaş ortamında yüz yüze
tanıdım. Zaten ben kendisini daha önce basından tanıyordum. Türkiye yüz güzeli seçildiğini biliyordum. Tanıştığımız
gece bende kaldı. Kendisi, kalacak yerinin olmadığını ve bir hafta süreyle bende kalmak istediğini belirterek, sonra
kazandığı yarışma ile ilgili olarak ABD'ye gideceğinden söz etti. Ben de müsaade ettim. Bir hafta değil ondan sonra
hep ben de kalmaya başladı. O zaman evim Nişantaşı semtindeydi. Burçin kazandığı güzellik yarışmasıyla alakalı
olarak tek başına olduğu için ABD'ye gitmek istemediğini söyleyip gitmekten vazgeçti. Bir de güzellik yarışmasına
katıldığı firmanın sahibi olan Cavidan hanım kendisine bu konuda yardımcı olmuyordu. Sürekli telefonlardan
tartıştıklarına tanığım. Burçin'in 5 bin dolar birikmiş parası vardı. Bu parayı harcıyordu. Burçin'in Yaşar isimli bir
erkek arkadaşı vardı. Benim erke arkadaşım yoktu. Burçin erkek arkadaşını benimle kaldığı eve getiriyor. Geceyi
onula geçiriyordu. Sonra benim de Sarp diye bir erkek arkadaşım oldu. Benim erkek arkadaşım bir kere evime
geldi. Genelde ben onun evine gidiyordum. Halen arkadaşlığımız devam etmektedir. Burçin'in benim evime
taşınmasından 1 ay sonra 2003 yılı Mart aylarında Cihangir semtinde ikimiz ev tuttuk. Aradan bir müddet sonra
evde temizlik yaparken evde temizlik yaparken sehpa üzerinde bir şırınga bulduk. Burçin evdeydi. Bu ne diye
sordum. O da bana bir kere damarından eroin enjekte ettiğini söyledi. Nedim isimli arkadaşının bu eroini kendisine
getirdiğini söylemişti. Daha sonra bu nedenden dolayı kendisi ile evimi ayırmaya karar verdim. Bir de eve arkadaşı
Orhan ve Nedim'i getirmişti. Yanlarında bir bayan da vardı. Hem eroin almış halleri vardı. Hem de çıplaktılar. Ben
bu yüzden ondan ayrılmak istedim. Kendisi kabul etmedi. Çünkü yalnız kalmak istemiyordu. 2 veya 3 gün sonra evi
boşalttık. Orhan isimli arkadaşı gelip eşyalarını alıp gitti. Burçin benim evimden içinde pasaportum ve param olan
çantamı da götürmüştü. Bunu fak edince erkek arkadaşı Yaşar'ı aradım. Burçin ile irtibatı olmadığını söyledi. Ben
ona Orhan'ın evini sordum. Cihangir'de veterinerin aşağısında evi vardı. Gidip çantamı ve içindekileri aldım. Eksik
yoktu. Orhan isimli şahıs, orta boylu, kumral, 23-24 yaşlarında birisiydi. Ben kendisini iki kez gördüm. Burçin'in bu
şahıs dışında bir de Nedim isimli bir erkek arkadaşı vardı. Nedim'de 24 yaşlarında bir şahıstı. Ben Burçin'den
ayrıldıktan sonra şimdiki evime taşındım. Burçin evi boşalttı ve Fulya semtinde bir ev tuttu. Tek başına ev tutmuştu.
Kendisinin evine iki kez gittim. Çünkü ayakkabı ve kıyafetim onda kalmıştı. Onları aldım. Evde tek başına yaşıyordu.
Evi küçük bir yerdi, çatı katıydı. Eşyası vardı. Evi de temizdi. Aradan bir süre geçti. Bana telefon açtı. Fulya'daki eve
bir kız arkadaşı gelmiş. Kızın peşinden erkek arkadaşı gelmiş. Kız kapıyı açmayınca erkek şahıs kapıyı kırmış. Bu
yüzden de Burçin'i apartmandan tahliye etmişler. Burçin bundan sonra Tarabya semtinde bir kız arkadaşının evine
taşındı. Ondan sonra uzun bir süre kendisiyle görüşemedim. Geçtiğimiz yaz sonnlarında kendisi bana telefon açtı.
Uyuşturucu madde kullandığı için kötü olduğunu söyledi. Ben de yardımcı lamayacağımı söyledim. Daha sonra bir
sabah bir sabah benim evime geldi. Gidecek yeri olmadığını söyleyip ben de kalmak istedi. Ben de dışarısı çok
soğuk olduğu için onu eve aldım.
Onunla oturup konuştum. Eğer eroini bırakırsan yani tedaviyi kabul edersen seni hastaneye yatıracağım dedim.
Kabul etti. Onu özel bir kliniğe yatırmak istedik. Ertesi sabah krize girdi. Yemek yemedi, akşam üstü ismini
bilmediğim bir çocuğu aradı. Ondan alacağı varmış. Parasını istedi. 2 saatliğine dışarı çıktı, geri gelmedi. İki gün
sonra eve geldiğinde ben onu eve almadım. Çünkü eroin kullanmaya devam ediyordu. Aradan 1 ay geçti. Bu süre
içinde nerede kaldığını bilmiyordum. Babası beni arayıp kızını soruyordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Bu arada
Kasım ayı içerisinde Deep Blue balık lokantası sahibinin şoförü gelip eşyalarını aldı. En son o zaman Burçin'i
gördüm. Telefonu kapalıydı. Aradığım halde de görüşemiyordum" dedi.
Banu, Burçin ile yaşadıklarını ifadesinde böyle anlatmıştı. Burçin'in ise güncesinde ise Banu ile yaşadıklarını daha
frklı anlatıyordu:
5 Nisan 2003
' O günden sonra Derya sayesinde, Banu diye bir kadınla tanıştım. Yanında Mahmure diye bir karı vardı. Yaşar'la
kavga edince Derya, Banu, ben, Melisa, Sabri ve Mahmure ile Birlikte Derya'lara gittik. O günden sonra Mahmur ile
birlikte çok iyi arkadaş olduk. Ben yine kalacak yerim olmadığını söyleyince Banu'nun evinde kalabileceğimi söyledi.
Ev Teşvikiye'deydi. Mahmure evi kendi evi diye tanıtmıştı. Ama öğle değildi. Orası Banu'nun eviydi. Banu ile
geceleri takılmaya başladık. Sonra çok samimi arkadaşlık başladı aramızda. İlk kez bir kadınla aramızda samimi bir
dostluk kurmuştum. Banu, Mahmure'yi postalamıştı beni bulunca. Bu arada Sabri her gün bizdeydi (Öldüğü günde
yanında Sabri vardı. Sabri Kurban. Polis hala arıyor) Her gün tatlı takılmaya başlamıştık. Ardı arkası kesilmiyordu.
Artık Yaşar'ı da önemsemiyordum. Her gün sabah akşam hiç durmadan tatlı yapıyorduk...
Banu ile çılgın saç modelleri, çılgın makyajlar yapıp, tatlı çekip çekip, içip klüplere fırlıyor. Deli gibi dağıtıyorduk.
Herkesle eğleniyorduk. Bir gün Banu ile Christal'e gittik. Kabinde Fuks çalıyordu. Fuks gelip Banu'nun kulağına, 'Ben
bu kadınla evlenicem' dedi. Bir anda elektrikler kesildi. Ve birir aniden dudaklarıma yapıştı. Bunu yapan Fukstu.
Hayatımda hiç kimse bana böyle bir çılgınlık yapmamıştı. Çok etkilenmiştim. Bir ara Banu kabine Fuksun yanına
gitti. Fuksun gerçek adı Ali bu arada. Ali, Banu'ya 'Eğer bu gece benimle değilseniz bileklerimi keserim' demiş. Vay
canına bu delikanlı çıldırmış dedim kendi kendime.
Ali aynı gece 4 sefer evlenme teklifinde bulundu bana. Bende Ali'yi ti ye almıştım. Herif o gece bana benimle farklı
şeyler yapmak, yaşamak istediğini söyledi. Hoşuma gitmişti. mişti.
Kimi zamanlar Nedim'lerde kimi zamanda başka arkadaşlarında kaldığı günlerden birinde, Orhan ile Nedim'in
Narkotik Şube tarafından gözaltına alındığını duydu. Yıkılmıştı. Ve kendi kelimeleri ile o istemese de o tarihten
sonra hayat, onu avucunun içine almıştı.
Ama biz tam bu noktada Burçin'in kalemi ile 2002 yazına dönüyoruz, herşeye rağmen hayata bağlı ve fazla
kilolarından şikayetçi olan bu güzel kızın Güneri Civaoğlu'nun "Çıplak Ayak" ismini taktığı bu kızın günlüğüne
bırakıyoruz sonun başlangıcını. Yani bir yok oluşun hikayesini...
Bodrum 2002 Yazı
Annem sanki o an gelince benden kurtulacakmış
gibi. Ama aslında öyle değil işte. Beni ölesiye seven annem
neden benden kurtulmak istesin ki.
Amerika'da başaracağımada inanasım gelmiyor. Annem beni inandırmaya çalışıyor. Ama ben
burada, bu dağ başında ki küçücük evde sadece yiyip içip kilo alıyorum.
Ve bir hafta da tam aldım.
Kilolar! Kilolar! Kilolar!
Şu anda kilolarım ve gazeteciler en büyük düşmanım.
Babam o sıcağın altında kanoları kiraya veriyor.
ayakları ve vücudu acımasına rağmen, annemin ise durumu kötü. Babam değişmiş
ve artık çoğu zaman ne dediğinin ve ne yaptığının farkında değil.
Bu sıkıntıda birde özellikle babam bana her gün 1 paket sigara alıyor.
İstemeye bile utanıyorum artık.
Bilmiyorum artık çalışmak ve onları en iyi şekilde yaşatmak istiyorum. Babamın
köyde bir çocuğun elindeki ıce-tea'nın tadına bakmak için bir yudum
istemesi ile beni çok fazla üzdü.
Tanrı'dan bir dileğiniz olsaydı neyi dilerdiniz. Benim dileyecek tek şey olurdu! Şans!
Şansımın hiçbir zaman tükenmeden hayatıma devamlılık getirsin isterdim.
Bazen insanları tanımakta zorluk çekersin. Ama çoğu zaman ilk bakışta melek
yada şeytan olduklarını anlarsın. Bilmiyorum zor bu işler, aslında
üzmemenin yanında herkesin hayatının başka bir film olduğunu unutmamak
gerekir bence.
Her yıl, büyüdüğüm her zaman, onların hayatı sevip insanlardan nefret ettiklerini
anlamaya başladım. Babam hayat dolu bir insan olmasına rağmen bir çok
yazgısını ve kurallarını kaybetmiş birisi Zamanında sırf kendi
kuralları için ailesini hayatından çıkarmış bir baba! Annem ise her şeyi ama her
şeyi kabul etmiş ancak rencide olmaya asla boyun eğmemiş bir kadın. Onun tek
sorunu psikolojisi ama bu yaşa kadar onu alt etmesine rağmen yenilgiyi
kabul etmese de o bir pasif yenici aslında. Onlar son üç yıldır kendi
kabuklarına çekilmiş, dünya ile bağlantılarını az çok kesmişler ve hala
benim eve dönmemin çoğu kez farkında bile değiller. Bu beni çok kırıyor.
İşte bu tavırlar bana sürekli geçmişi hatırlatıyor, ve ben evi neden
terkettiğimi yeni çözüyorum. aslında bu çok üzücü.
Kimseye ulaşmayacak bir mektupta anlatıyorum her şeyi. 2001 senesinde yaşanan kocaman macera dolu bir o
kadar da acı verici 3 ayı.
Tanıştığımız o gün, o evde hiç dikkatimi çekmeyi başaramamıştın. Kaçamak bakışlarını ne kadar fark etsemde İlk
gün bir elektirik alsamda ne olduğunu anlayamamıştım.
Biliyorsun sonra birbirimize attiğimiz küçük ama, büyük çekicilik veren bakışlar. Küçük bir espiriye bile kaçamakta
olsa aynı anda gülerdik. Sen yalnız biriydin bende yalnız küçük bir kız….
Sana ihtiyacım vardı. Yada sana değil ama o içindeki o olgun adama.Bana başında sahip çıkan o büyük adama. Çok
gizemliydin o zaman….ve o gizemin büyülemişti beni. Saçının teline zarar gelsin istemiyordum. Senin sahibin
olmayı istedim hep. Başardığımı sanmıştın.
Hatırlıyormusun bir gün İstanbul'da deli gibi kar yağmıştı. Hatta ikimiz uyumayan deliler gibi sabahın ilk ışıklarında
farketmiştik o güzelim bembeyaz karları. Herkez uyurken ikimiz dışarı fırlayıp kar topu oynamıştık. Sonra sütlaççıya
gidip orayıda birbirine katmıştık. Sonra kiliseye gidip birer mum dikmiştik.Paramız olmadığı için çalmıştık
mumları.Kilisedeki o eşsiz sessizliği hatırlıyormusun. Ne kadar da güzeldi. Sonra sen peder bende günah çıkaran
olmuştum.Sonrada ben peder sen günah çıkaran.
Tanrı biliyor ki o kadar çok günahimiz vardı ki onun bile kafasını karıştırmıştık.. Sonra o gittiğimiz Cafe! Orada bana
söylediğin dünyanın en güzel
sözlerini unutamıyorum. Gözlerime bakarak taaa derinlerine ulaştığında kalbinden gelenleri her söylediğinde
ağlayacak gibi oluyordum. Evet!
Bu sihri sen yapmıştın.
Zaman her geçtiğinde sana öylesine alışıyordum ki sonsuza kadar hep yanımda olmanı istiyordum.
Ben yanımda istedikçe sen hep yalan söylüyor, hep kaçıyordun. Seni o kadar
çok seviyordum ki değil yalanların hiçbir pisliğin bile umrumda
değildir.
Sabahlara kadar kafamız iyiyken kalacak ev aradığımız günlere ne
demeli! Beni istiklal caddesinin bir ucundan diğer ucuna
hiçyorulmadan taşıdığın günler!!!
Sen dozunu aştıkça sen farklı oldun. Değişmeye başlamıştın. Beni aldattığın,
üstelik yalan söyleyerek aldattığın o manken kız arkadaşıma ne
demeli? Evet onu da kabul etmiştim, çünki senden vazgeçemiyordum. Ve tüm
bunlar bana acı veriyordu. Birlikte söyleyerek ağladığımız her şarkı dilimde
şimdi. Ölmüş olan biri için ağıt yakıyormuşçasına söylüyorum onları.
Ayrılmayı ben istedim. Sana o gün neler söylediğimi, bir bir hatırlıyorum
Hatırlıyor musun bana benim haklı olduğumu benim gibi birinin sana yük ve ağırlık
yaptığını ve benim sonuna kadar haklı olduğumu söylemiştin kendin.
ancak senin bu pisliklerinden vazgeçeceğini söylemiştin. . Ama beni değil
o pisliği tercih ettiğini söylemiştin kendin.
O zaman gerçekten ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.Sana aptalca yalvardığımı hatırlıyorumda. Ne masum bir
sevgibeslemişim meğer sana karşı. Ama sevgin yalanmış. Ve ben buna bu sahte sevgiye inanmışım gece kuşu. Oysa
herkezi ve herşeyi karşıma almıştım. Sende alabilirdin Ama sen başkalarının dediklerine inandın hep. Çünkü herkez
benim o bataktan kurtulamayacağıma inandırmıştı kendilerini.
Sana teşekkür ederim Gecelerin masum yüzlü çocuğu. Beni bana hatırlattın Kinimi ve hırsımı alıp önüme attın. Ben
bile şaşırdım. Ben birinci olduğum günün bir sonrası benimle olmak istedin. Herkezi solladığımı ve ezdiğimi
söyledin. Fark ettim sende ezilmiştin. Ve pişmandın ama çok geç kalmıştın. Belki farkındaydın ama bu kız ezilmedi
diye düşündün yanıldın. Çünkü sen son anda golünü kaçırdın
Sen benim geleceğim kariyerim ve karizmam için herşeyden bir anda vazgeçtin neden? Evet şimdi anlıyorum seni.
Ama bir kez
daha fakat sonsuza dek beni kaybettin. Sen o ışıkların o müziğin altında
kendini kaybedip her deli gibi dansını edince patlamış bir balon gibi yavaş yavaş sönecek
ve yok olacaksın. Beni her gördüğünde yirmi kez daha fazla vuracaksın.
kafanı duvarlara. Tekrar sana teşekkürler. Hayatımı sana borçluyum. Çünki bana
yaptığın her haksızlık hep beni kamçıladı. Şimdi senden belki 500 km uzakta
o güzel anılarla baş başa <<bir zamanlar küçük ve masum bir delikanlı
vardı>> diyerek avutuyorum içimdeki küçük çocuğu ama bilmiyorsun! O çocuk
artık sütten kesildi. Şimdi dünyanın kraliçesi olmaya hazırlanıyor.
6 eylül 2002 Cuma
Kim tarafından sevilirsen sevil, gene tek sevdiğin ve yine tek dostun olan kendinsin. Çünki
her şeye rağmen bazen kendine ufak kızgınlıklarında bulunursun. Ama asla
kendine hakaret etme, asla üzmez ve asla hırsını yitirecek şeyler
söylemezsin kendineAma başkaları, yani annen baban bile olsa onlar insane en
adi şeyleri konuşur en büyük bedduaları bile ederek çoğu zaman. Tam yüzmüş kuyruğuna
gelmişsen bile onlar umudunu bile yitirmiş. İşte tam bu sırada yine kendin
girersin devreye, kendi kendini avutur ve umutlarının kırılmasına
izin vermezsin.
____ _____
30 eylül 2002
Yarışmadan önce ki hayatımı, bir ben biliyorum bir de TANRI. O kadar
acımasız o kadar sahte varlıklarla doluydu ki her şey! Ama her şeye rağmen
hep şu ana ve Allah'a inandım. Hep günlük tutmam bana delil oldu. Ama ben
hiç akıllanmadım bu konuda. Çünki şimdiye kadar ne kadar günlük tuttuysam
hepsi kayboldu. Gerçi ben böyle olacağını nereden bilebilirdim ki.
Ama en azından şu an evimdeyim, ailemle birlikteyim. Bu yüzden bu günlük
beni korkutmayacak. Zaten onlarda her şeyi biliyorlar, bu günlük sayesinde,
çünki kendi kendime deli gibi konuştuğum zaman rahatlıyorum ve sanki içim
huzur buluyor.
Aslında her şeyi keşke bu satırlara yazabilsem, çünki evimde bile olsam
buraya her şeyi rahat yazamıyorum. Bunu söylemem bile olay çıkaracak
biliyorum. Geçmişte belki bir hata yaptım yani evden kaçmakla. Evet dediğim
gibi, ama bana çok pahalıya patladı.
Ama her kötü şeyde bir güzel şey bulmaya çalıştım hep. Hiçbir zaman her
yaşadığım film sahnelerini anlatabileceğim bir dostum olmadı. Hayatımda
bana zor günlerimde, belki sevdikleri için bana yardım eden çok fazla insan
oldu, fazla oran dada beni inciten, bana zarar veren, kullanan insanlar !
Böyle bir hayatta, o kadar serüvenin içinde 3 aylık çok cici bir sevgi
büyüttüm içimde. Ama o sevginin sahibi uçuş budalası olduğu için beni parya
tercih etti ve hiçbir zaman dönüşü olmayan bir batağa atıverdi kendini.
Düştü gözümden Ama ben onun için her şeyi feda etmiştim bile. Şu anda pişman o
pis gururu onu eritip bitiriyor ve ben bir şey yapamıyorum. Ama hala o iki
kişinin sevgisinin öyküsü hiç tanımadığı insanlara anlatıyoruz demek ki ne
bileyim ya! Anlayamıyorum ki! Keşke anlayabilsem.
Ama daha yapacaklarım bitmedi, istiyorum ki top model olarak Türkiye'ye
dönüp onu bir kez olsun Clup te görmek istiyorum. Tavrını ve beni gördüğünde
ki halini çok merak ediyorum. Belki de hala çok yanlış düşünüyorum. Ama
kafaya takınca engel tanımıyor insan!
Belki tam her şey birinciliğim sayesinde yoluna girerken onu ortada bırakıp,
insanlara rezil olduğunu düşünüyor olabilir.
Ama o insanları ben yüz üstü bırakacağım, kararlıyım. O'nu uzaktan da olsa
bir kez olsun dans ederken görmeyi o kadar çok istiyorum ki.
Sadece bir ayım kaldı, Amerika'ya tam bir ay sonra gidiyorum ve döndüğümde
olay olacak o kadar çok şey var ki.
2 ekim 2002
yarışmadan önce ajanstan tecrübe niteliğinde uzak doğuya bir iş için
yollanabileceğimi haber verdi. Aslında ailemle tam birlikte olmuşken yeniden
daha uzak bir ayrılık üzmüyor değil.
Ama bu benim için çok büyük bir şans biliyorum. Çok heyecanlıyım ve bunun için bir an önce forma girmeliyim.
Çünkü kafamda fazma uçmuş olabilirim.
ama top model olma projeleri var. VeTanrı şahidim olsun ki bunu
hissediyorum. Bunun için elimden gelen performansı göstermeliyim.
Zamanın da ailemi o kadar çok üzdüm ki, onlara kendimi iyi bir
kariyerle mutlu etmek ve onların benimle gurur duymalarını istiyorum. Evet
bunları onlara sonuna kadar yaşatmak istiyorum. Şu an kafam heyecandan o
kadar karışık ki buraya bile her aklıma geleni yazıyorum.
Evet belki sevdiğim bir erkek var ama, onu düşünmekten çok işime konsantre
olmam gerekiyor. Bu biraz zor olacak ama eğer başarılı biri olmak istiyorsam
kendimden fedakarlık yapmak zorundayım. Vermem gereken az miktar 5 kg
var ve en iyi olmayı kafama takmış durumdayım. Türkiye'nin hakkımda
inanılmaz güzel yorumlar yapmasını istiyorum. En iyi olmayı istiyorum.
Ailemi mutlu görmek çok hoşuma gitti. Onları böyle görmek beni çok mutlu ediyor. Ve
onları daha da mutlu görmek istiyorum.
Geçmişte yaptığım hataların bedelini başarmak, ödemek istiyorum. İnsanların
hakkımda yeni bir Madonna doğdu demesini istiyorum. Evet elimde önemli bir koz var
ve bunu kullanmalı ve başarıya ulaşmalıyım.
Öylesine olmalıyım ki podyumlarda ve fotoğraflarımda adeta ortalığı
sallamalıyım. Heyecandan öleceğim şimdi.
Evet ilk işim yarın sabah'tan itibaren programıma başlayıp derhal forma
girmek olacak.
sen olmayan o güzel gecelerin karanlığında
dans etmek isteyen o
sen değilmiydin
bilseydim istanbul gibi bir şehrin
benden beni alıp götürdüğünü.
Bana zarar vereceğini
Beni içine hapsedeceğini.
bilseydim seni göreceğimi
enson çaresiz anılarımda.
seni bekliyeceğimi
nerden bilebilirdim ki
o gecelerin uçsuz bucaksız ahengini
her gecen gecenin geçirenin aşığı oldugunu
bir tek bildiğim sen vardın ama
sadece yaşıyorsun.
tek bildiğim senin yaşıyor olman...
sen daha küçük bir çocuksun
hiçbir zaman büyümeyecek
ve hicbir zaman gercekleri göremeyecek
hep pembe pespembe rüyalarda küçük bir çocuksun sen
her gece sonunda şafak söktüğünde
uyku vaktinin geldigini bilen
ve gündüzleri sana haram olan
küçük bir çocuksun sen
ellerinin kirini ancak gece sonundaki
herhangi bir kadının üstüne silen
kücük bir bebeksin sen
beni değil kendini dedim!
Sen kendinde yoksun bebek,
Kendini karanlıklarda kaybetmiş arayıp duruyorsun.
ışığını ben bulmuştum senin
Sen ise bir dene sonsuza dek olmayacak
Meşaleni ellerinle kaybettin.
şimdi çok uzaklarda küçük bir kız var.
kücücük bir köyde kalbinde yalniz sen var.
sen varsin ama dirilmeyecek bir sen
o kücük kız şu an küçük
bir kumsalın taa en ucunda
oturmuş dalgaların sesini dinliyor.
Rüzgarın yüzüne yavaş yavaş bıraktığı
Öpücükleri yazıyor elinde bir kalemle satırlara
Sonsuz mavilikte, kafası karma karışık
tek bir amaç için yaşıyor.
Denizin ağlayışını,kumsalın haykırışını
Gökyüzünün isyan edişini dinliyor.
İşte o kız senden daha iyi kafalar yaşıyor.
Çünki ne yaptığını biliyor,
ve yapacaklarının bitmediğini de biliyor.
Denizin taaa öbür ucuna bakıyorum şimdi.
Orada seni görüyorum, ama inan
yanına gelmek için tek bir yunus bile yok
gece kuşu delikanlı.
kendimi bir an önce engelleyip taş gibi bir hatun olmanın zamanı geldi
sanırım. Şu an tek inandığım şey var! O da kendimin kesinlikle ve asla bir
başkası değil! Önceleri aileme güvenir onların arkamda olacaklarını
düşünmüştüm. Özellikle annem günler azaldıkça bana daha acımasız
davranmaya başladı Tıpkı eskisi gibi ve ben bu davranışlardan acayip sıkılıyorum. Bazen sanki o gidiyor ve yerine
çirkin, sinir hastası, şaşkın bir kadın geliyor. Beni sürekli aşağılıyor,
bazen göklere çıkarıyor. Anlamıyorum yani. Bu aralar her şeye ama her şeye
karışmaya başladı. Ve ben buna engel olamıyorum. Aradan yıllar geçmesine
rağmen ben mi yoksa annem demi hata çözemedim.
Ona göre her iki tarafta olmak üzere, özellikle ben hastayım. Ama ben ne
kadar değişsem de o hiç bunun farkında değil. Ama onun hiç değişmeyişi bir
gerçek. Annemle ve babamla anlaşmam çok zor oluyor. Belki de frekanslarımız
uyuşmuyor olabilir kim bilir?
Şunu biliyorum ki eğer ben eski çılgın kız olsaydım, bu kadar hakarete ve
küçümsenmeye ve tehditlere karşı şimdiye çoktan evi terk etmiştim. İşte değiştiğim
burada su yüzüne çıkıyor. Yani o bana nüfus cüzdanını al git dedi ve ben
hala buradaysam demek ki ben gerçekten çok değişmişim. Çünki o ne kadar git
dese de ben inadına burada kalmayı tercih edeceğim. Bu gün gene beni
Cavidan'la ispiyonlayacağından bahsediyordu. Onları
çok seviyorum, yediğim her türlü bokta, hep yanımda oldular. Bana baktılar,
büyüttüler işte bu yüzden onları çok ama çok seviyorum. Ama yine söylüyorum,
ne olursa olsun kendime güveniyorum ve tek dostum kendim olduğumu biliyorum.
Çünki her ne yaşadıysam hep kendi kendimin şahidi
oldum. Tek beklediğim o gece ve bir arada hayatımın değişebileceği tek bir
mikrofonla haykırılacak süper modelin anı! O an geldiğinde, işte bu benim
diyecek ve herkesin ağzını damaklarından ayırırcasına şaşırtacak ve dünyayı
sallayacağım. Bildiğimi yaşamak istediğim ve deli gibi arzuladığım tek şey
var o da top model olmak.
Ne istiyorum biliyormusunuz Hayat hikayemin romanın yazılması ve her türlü dile
çevrilip insanlara sunulmasını. Bir de arkasından bomba gibi Avrupa da ki
yabancı oyuncularla çekilip, tüm sinemalarda koltukları tıklım tıklım
yapacak bir film. Ah! Ah! Keşke tüm bunlar gerçek olsa. Yaşadığın her şeyin
ama her şeyin insanlar tarafından bilinmesini ve insanların benim gibi bu duyguları yaşamasını isterdim
Etkileneceklerinden eminim tabi! O duyguları, o
acıları, o sevinçleri ve aşkları öylesine anlatmalılar ki! Ancak belki
birazcıkta olsun beni anlayabilirler diyorum. Bir gün yazmaya başlayacağım
ve henüz ölmeden yayınımı yapmak istiyorum.
27 ekim 2002
cumartesiyi pazara bağlayan gece.
Son 30 gün tam 30 gün sonra Amerika ya gidiyorum. Aslında gerçeğe bakılırsa,
hiç heyecanlı değilim. Tek kafama taktığım kilolarım. Yani gitmeden önce 5
kg vermem gerekiyor. Buna alışmalıyım.
Kendime ait bir ev kurmak istiyorum. Düzenli bir hayat, ailemle birlikte bir
yaşam istiyorum.
Aslında, neden böyle oldu her şey bilmiyorum. Neden bu mesleği seçtim? Yada
neden bu ışıklı yaşamdan yana oldum.
Kendimi anlayamıyorum neden bende sıradan biri olmadım. Yada meslek sahibi herhangi biri? Polis
olacaktım. Ama olmadı çünki polisliğin tüm yasaklarını çiğnedim. Ve ben
sevdiğim bu işi yapamayacak duruma geldim kendimi
hayat yaşanacak çok güzel ama çok farklı karışık. Mutluluklar, acılar,
öfkeler, hırslar, aşklar, zevkler daha bir çok şey.
Aslında fena değil ama bir kabus bitmeyen sanki hep yine
maceralar doğuracak uzun ama çabuk bitten bir kabus.
Kafam allak bullak zaten şu an deli gibi başım ağrıyor. Bundan 3 yıl önce
o kadar çok sevincim varken, neden bu hayatı seçtiğimi bilmiyorum. Ama hiç
kendimi umutsuzluğa kaptırmıyorum. Sadece yapacağım tek şey işimi en iyi
şekilde yapacak çünki hayatımı bu iş pahasına mahfettiysem bunu yükseltmek
de benim elimde.
9 kasım 2002
Ama tabii ki en son yazdığım günden bu yana hayatımda iyi değişmeler
oldu,,, geçen hafta Amerika vizemi çıkartmak için, İstanbul'a gittim.
Döneceğimin iki gün öncesi Ajans kapatılınca dayanamayıp Yaşar'ı aradım. Tek
istediğim onu görebilmekti.
Çünki bir şeyi bilmiyordum, ki yanlış olan bir şeyler vardı. Her zikimizinde bir türlü çözemediği şeyler.
onu ev telefonundan aradım. Telefonu onun açacağı hiç aklıma gelmemişti. Onu
birden bire karşımda bulunca çok şaşırdım! Konuştuk sohbet ettik. Hayatının
çok kötü ve çok zevksiz aynı tempoda gittiğini söyledi. Sıkılmış her gün
yaşadıklarından. Morali çok bozulmuş. Psikolojisi bozulmuş, çalışmak
istiyormuş ama iş bulamıyormuş inanamıyorum! Sıkılmış! Çalışacakmış!
Tabii o anda ben hemen dayanamayıp ona bir teklifte bulundum. Buluşmayı
birlikte biraz gezip konuşup vakit geçirmeyi önerdim. MC DONALDS'ın önündeki
sokakta buluştuk. İlk gördüğümde çok heyecanlandım ama bunu ona belli
etmemeye çalıştım. Neyse sarılıp koklaştık tabii! Aradan tam kocaman kocaman
4 ay geçmiş! Vay canına! Nişantaşı, heykeltıraşlı parka oturup sohbet ettik
birazcık. Sonra o gece TWENTY' ye gittik. Clup' te beraberce uyuduk. Sonra bir arkadaşa tatlı takılmaya gittik
fotoğraflarımı Clup'
te unuttuğumu fark ettim. Hemen Yaşar' ı aradım. Ama Clup' e oda
ulaşamamıştı yani kapanmıştı. Eğer Cavidan yarın fotoğrafları isterse işim
bitmişti. Ertesi gün fotoğrafları istedi. Mayo katolog görüşmesine yollayacaktı.
ama ne yazık ki her şey anlaşıldı. Tek bir yalan söyledim ona! Yanımda bir
gay vardı dedim!
Aman Tanrım! Umarım yaşar bunu duymaz! O gün hayatım 3 günlüğüne kaymıştı.
Bende bunun bu öfkenin sonsuza dek süreceğini sanmıştım. Dinamit suya düştü
sanmış, kraliçeliğimin Cavidan' ın dediği gibi elimden alındığını sanmıştım.
Ve üzüntü beni mahvetti, paramda hiç kalmamıştı. Paramı da vermiyordu pislik
kadın. Ajanstan erken çıkıp, toparlandığım gibi valizimi alıp Yaşar'la
buluşmaya çıktım. Zaten bir gün önceden biletim alınmıştı. Ben o kızgınlık,
hüsran, karamsarlık ve gerginlikle bileti bir sonraki geceye ertelettim.
Yaşar biletimi ertelettiğimi duyunca çılgın kız ünvanını yakıştırıp biraz
kızdı bana.
O an annemle babamı düşünüyordum. Çok üzüleceklerdi. Ama otobüse binmediğimi
söyleyip bir günlüğüne bileti atlattığımı söyleseydim, hemen gel
diyeceklerdi ve ben Yaşarla vakit geçiremeyecek, düşünmek için fırsat
bulamayacaktım.
Evde kimse yoktu müzik açıp sohbet etmeye başladık. Konuşacak o kadar çok
şey varmış ki birkaç saat sonra onur ve diğerleri geldi. Hep birlikte
Clup' e gittik yaşarla dans ediyorduk. Dışarı çıkarken her hangi bir kafa yapıcı şey içmemiştim. Ben içmedim di yaşar
alkol bile almamıştı.
ikimizin de kafası tamamen açıktı. Saat 02.00 den sonra ortamın kalabalığı
artmaya başladı. Zaten o gece cadılar bayramını kutluyorlardı. Herkese
garip garip makyajlar yapmıştı. Ben dayanamayıp yüzümdeki boyaları
temizledim. Geç saatlere doğru, yoğunluk ve kalabalık arttı. Sigara ve nefes
kokusundan Clup' te artık göz gözü görmüyordu. Bir anda böyle bir ortama
girmiş olmam gerek ki ben buna bağlıyorum. Birden bire fenalaştım yaşara
kendimi iyi hissetmiyorum dedim kolumdan tuttu beni. Hemen tuvalete koştum
ve tuvalette çıkarttım. Biraz iyi oldum rahatladım sandım. Ama tuvaletten
Clup' e adım atar atmaz gözlerim birden bire karardı. Gözlerim yaşarı
arıyordu meğer o tam arkamda beni tutuyormuş.
Gözlerim karardığında, karşımda bir kız bana merhaba demeye çalışıyordu. Ona
garip bir bakış attım. kız bayılma anımda ki bu bakıştan çok korkmuş.Kendime geldiğimde yere çömelmiş dizlerimin
üstüne oturuyordum.
İnsanlar etrafıma toplanmış garip garip bana bakıyordu. Sonra yine kendimi
kaybettim. gözlerimi açtığımda yaşarın kucağında dışarı çıkmaya
çalışıyordumYaşar beni dışarı çıkarıp soldaki merdivene oturtmuş. Ağzıma gelen
Kolonya kokusuyla açtım gözlerimi. Yaşar yanı başımda bana kolonya sürüyor
iyi misin diyordu. Çok korkmuştu, ayak ucunda ise onur ne oldu diyordu. İyi
misin diyordu etrafımdaki herkes. O sırada gözlerim açık ama beynim sersem
gibiydi. Dışarısı buz gibi olmasına rağmen ben üstümdeki tek badi ile
terliyordum. Oradan o pislik gibi falan Clup' ten bir an önce uzaklaşmak
istiyordum. Herhangi bir yere gidip uzaklaşmak istiyordum. Yaşar beni ayağa
kaldırıp taksiye işaret etti. Ben yürümek istediğimi söyledim taksim deki
Mustafa adında ki arkadaşının evine gittik. Ben hemen uzandım ve uyudum.
Telefonumu hala açmamıştım. Yani hala kapalı ya arada açıp gelen mesajları
okuyordum. Annem ve babam benden haber bekliyordu çok merak etmişlerdi beni,
neden telefonumu kapattığımı anlamaya çalışıyorlardı.
Ama gerçek şu ki bunu asla anlayamazlardı. Anlasalar da yani en azından
anlayabilseler de gene de anlayamazlardı.
12 kasım 2002
Çok sonra anlayabilmiştim düşüncelerimi. Ama sadece o an! O an! İbrahim ağabeyimle
konuşurken kelimeler hala kendiliğinden çıkmıştı ağzımdan.
Ben tutamadan sonra bir daha kafamdaki aynı düşünceleri toparlayamadım,
zaten dillendiremedim de o mevzuda, böyle sır dolu bir şekilde kapandı. Geldim MAZI'ya
Tabi gelirken bir çok şey geldi başıma. Aslında başıma gelmedi ne olduysa
beynimin içinde olmuştu. Beynimin içinde bir şeyler oluyordu. Üstelik
çözemediğim bindiğim otobüsteki, koltuk numaramı kaybedip muavine sordum.
Sorarken özür dileyerek rahatsız olduğumu söyledim. Aptal aptal suratıma
baktı. Ve o iğrenç elektriğiyle bana kıl kapıyordu. Sinirlerim bozulmuştu.
Üstüne birde bu adamla uğraşacaktım.
Mola verdiğimizde bu sefer hangi otobüste olduğumu unuttum. Biraz düşünüp
varan otobüsünde olduğumu hatırlayıp bindim. Maziye vardığımda babam
güvercinlikten karşıladı beni. Bu sefer yanında annem de vardı. Bodrum' a
gidip avukat Metin'e vekalet vermem gerekiyordu. Tazminat mahkemem için
yolda konuştuk biraz. Onları üzmemek için olayı farklı anlattım. Ama yanlış
yaptım. Bilemezdim ki kızmayacaklarını tamam eve geç gelmiştim, ama olayı
farklı anlatmıştım.
14 kasım 2002
Tükenmezim tükendi... kalemimi değiştirdim. Onu tam 5 yıldır
tanıyorum. Beni çok fazla seviyor ama
ben yıllardır anlayamıyorum. Tamam benim için önemli bir insan ama ona
duyduğum duygular sadece arkadaşlık, dostluk sevgisinden ibaret.
Ve bu 5 yıldır böyle ama bana hep aşk sözcükleri söylüyor.
söylemekten kendini alamıyor nedense.
Bende onu kırmamak için sesimi çıkaramıyordum. Umarım bir gün bunu
anlayacaktır. Tutturdu ayın 24 'ünde maziye geleceğim diye başka bir şey
demiyor. Kırılmasın diye güzellikle anlatıyorum gene de anlamıyor, belki de
işine gelmiyor.
Ama buraya gelmesin istiyorum. Eğer gelirse, her şeyi alt üst eder biri
görse bir ton laf çıkar.
Onunla sevgili diye duyulmayı hiç istemiyorum. Hele bir de bu Türkiye
birinciliğimden sonra. Buraya gelmesini engellemek zorundayım. Onu görmek
istemiyorum, daha doğrusu tam toparlanmamışken, beni allak bullak etsin
istemiyorum. Tam 14 gün sonra Dominik cumhuriyetine fora model süper model
OF THE WORLD yarışmasına Türkiye kızı olarak gidiyorum. Benim 29 kasım
havaalanı uçuş günü. Tanrım günler azaldıkça zaman iyice yavaşladı. Gidip
hemen dönmek, bir an önce sonuçları öğrenmek istiyorum. Merak ettiğim acaba
kaçıncı olacağım. Çünki dereceye gireceğimden eminim. Bu konu da kendime
güveniyorum. Güzel olmama değil ama özümdeki ruha güveniyorum.
Çoğu şey şaka gibi.
Yada rüya niteliğinde diyebiliriz. Düşünüyorum da 16 yaşımda evden kaçtım.
İzmir de yemediğim bok kalmadı. Daha yaşarken İtalyan bir pizzacıyı şirketçe
kandırıp nasıl Kıbrıs a gittiğimi bileti yırtıp oradan dönmeyip, tek başıma
hiç bilmediğim Tehlikelerle dolu bir otelde nasıl kaldığımı, orada neler yaşadığımı,
nasıl Türkiye ye döndüğümü.Tanrım! Sonra tekrar İzmir, hırsızlık ve araba
kaçakçılığım, alsancak ta ki o günler, Kaos ta ki o sonu hiç geçmeyen
geceler…
Kaçırılmam! Karakollarda annem ve babam tarafından zina olmuş bir vaziyette
bulunmam, sonra adamların tek mahkemeyle içeri girmesi bu arada evden kaçmış
olmama rağmen stajyerliğimi kaçırmıyor okula gidiyordum. Ama haber tez
duyuldu! Babam okuldan almıştı beni! Sonra zaten koptu! İstanbul! İstanbul!
İstanbul!
Vay be ilk geldiğim gün cebimde 500 bin lira vardı, kalacak ne bir yer, ne
eşya, ne giysi, hiçbir şeyim yoktu. Üstüne üstlük 16 yaşında, hayatımda ilk
defa gelmiştim bu şehre bu koca şehre!
"İstanbul bu adamı yutar '' diyen çoğu insan buradan korkar ama ben 19 yaşıma geldim bu şehirde ve
yutulmadımGizem dolu metropol dünyayı ancak yaşayarak çözebilirsin
bir boka batarsın, balçık gibi olur her yanın! Bir de alıp seni gökkuşağının
ucundaki engin tahta oturturlar seni! Ama hiç ama hiç
anlamazsınneyse zaten bunları daha sonra açıklarım
22 kasım 2002 Cuma
bugün menejerim Cavidan Kutlu, evimize telefon etti. Yumuşamıştı biraz bana,
Amerika dan telefon geldiğini söyledi Cathy ford'un tüm yarışmacı kızlardan
ailevi ve yaşam tarzı yüzünden yeni çekilmiş resimler istediğini söyledi.
Evde ne fotoğraf makinesi nede film vardı Allah tan ki şansım yaver gitti
gene! Aladdin amcalarda buldum makineyi, babam mumculardan film ve pil
getirdi. Sonra resmimi çekmek için ben 2 gün sonra İstanbul a gidecekmişim.
Gidip orada bana imaj değişikliği yapılacakmış. Haftaya cumartesi ise
yolculuk evde babam bana resim çekimi yapacak. Hazırlığımı yaptım sayılır.
Annem son çamaşırlarımı yıkadı. Hepsi tertemiz oldu.
Comments